27 Temmuz 2008 Pazar

Fukuda doktrini ve 'Yeni tip ulus-devlet'e doğru

ABD'nin giderek zayıfladığı ve yerel güçlerin yardımına muhraç hale geldiği aşamada Doğu'da iki önemli güç, artık çok daha önemli. Bunlardan biri, ekonomik gücünü artırarak geleceğin süper gücü olmaya aday gösterilen Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), diğeri hâlâ Japonya.

Yükselen Asya'ya bakanların, neoliberalizmin son "Sol" modeli ÇHC'nden başka birşey görmemesi, gerçeği değiştirmez: Dünyanın ABD'den sonra en büyük ekonomisi hâlâ Japon ekonomisidir ve eskiden beri uyguladığı akıllı dış politikasıyla Japonya'nın Asya'daki rolü şimdi çok daha önemli bir konuma doğru ilerlemektedir. Yeni konum, aynı zamanda stresli bir yan da içeriyor, çünkü Çin ile sıkı bir rekabet içinde. Diğer yandan, şeklen çok iyi işleyen Japon demokrasisinin Batı'da olduğu gibi (neoliberal) 'post-demokratik' sorunlarla yaşamayı sürdürürken, bir yandan da neoliberalizmin geleceğinin olmadığını anladığına dair işaretler artmaktadır. Japonya'da neoliberalizm konusunda gündeme gelen yeni tartışmalar, ulus-devletlerin geleceğe doğru evrilmesi aşamasında bazı dikkat çekici yanlar da içeriyor.

II. Dünya Savaşı sonrası Japon dış politikasına kısaca bakacak olursak, 1951'deki San Francisco anlaşmasıyla sona eren Amerikan işgalinin ardından egemenliğini kazanan Japonya'nın ABD ile bir askeri anlaşma yaparak askeri üslere izin verdiğini görüyoruz. Benimsenen 'Kapsayıcı Güvenlik Konsepti'ne göre (Sogo anzen hosho seisaku) Japonya, ekonomik çıkarlarını güvenlik konusunun önüne koyuyordu. 1960'lı yıllara damgasını vuran Yoshida Doktrini, Japonya'nın ekonomik bakımdan yeniden inşasını esas alarak 'Barışçı Japonya'ya vurgu yapıyordu. Doktrinlerin çok önemli olduğu Japonya'da, dış politikayı bazı konularda yenileyen ikinci önemli doktrin, 1977'de Takeo Fukuda tarafından belirlenen 'Fukuda Doktrini'dir. Japonya bu doktrinle, Güney-Doğu Asya'da hiçbir askeri girişime katılmamayı taahhüt ettiği gibi ASEAN ülkeleriyle birlikte çalışmayı esas alıyor ve Vietnam-Kamboçya'daki Amerikan yenilgisinin ardından, Hindiçini yarımadasında/bölgesindeki anlaşmazlıkların çözümünde aktif rol oynamayı hedefliyordu.

Fukuda Doktrini'ne ek olarak 1997'de benimsenen Hashimoto Doktrini, ilk kez bilateral güvenlik politikasını baş köşeye koyarak başta ÇHC olmak üzere bazı çevrelerde kuşkuyla karşılandı. Bu doktrinin ikinci ayağı, multilateral kültürel etkileşim/iletişim konusuydu. Buna bağlı olarak ilk kez 'Japon kültürünün globalleşmesi' konusu da tartışıldı. Üçüncü ayak, neoliberalizmle birlikte ortaya çıkan sosyal problemlerle mücadeleyi esas almaktaydı.

Yoshida Doktrini ve onu izleyen/tamamlayan doktrinler, iki bakımdan önemli.
1. Japonya'nın 67'inci Başbakanı Takeo Fukuda (1976-78), gerçi kısa süre iktidarda kalmıştır, fakat, ilk G-7 ülkeleri toplantısına katılan başbakandır. Oğlu Yasuo Fukuda, Eylül 2007'den beri Japon Başbakanıdır ve son G-8 (yani G-7 artı Rusya) toplantısına 2008 Temmuzunda ev sahipliği yapmıştır. Çin ile yakınlaşma politikasına ağırlık vermektedir.
2. Japonya'nın Fukuda Doktrini temelindeki geleneksel dış politikasını esas itibariyle (bazı değişikliklerle) sürdüren Yasuo Fukuda, Küresel Isınma ve Enerji Güvenliği konularını esas alacak yeni bir değişimin işaretlerini vermiştir.

Başbakan Yasuo Fukuda, 9 Haziran 2008'de yaptığı bir açıklamayla, 'KARBON TÜKETİMİ DÜŞÜK TOPLUM' önerisi ile, "gelişmiş" ülkelere örnek olmak bazında önemli bir açılımda bulundu. Ondan önce açıkladığı ve Asya'nın geleceği hakkında beş maddelik fikirler paketini içeren açılımıyla Fukuda, bu konuda babasının yolunda ilerleyerek yeni bir Doktrin oluşturma yolunda ilerlemektedir. Yeni doktrin; devletin ve toplumun küresel ısınma sorununa uygun olarak dönüştürülmesinin ilk izlerini taşıyor. ABD'de seçimlerin yaklaştığı ve Bush'un Cumhuriyetçi iktidarının değişeceğine kesin gözüyle bakılan bir atmosferde, Japonya gibi dünya'nın ikinci büyük ekonomisinin Küresel Isınma sorununa göre konumlanan yeni bir ulus-devlet konusuba kafa yorması, bu konuda daha duyarlı olması beklenen yeni ABD yönetimini de benzeri adımlar atmaya yöneltebilecektir ve bu çok önemlidir. Ulus-devletlerin neoliberalizme karşı yürüttüğü yeni çabalar, önümüzdeki dönemde yeni bir ivme kazanacak gibi görünüyor.