16 Aralık 2008 Salı

1905 Tsushima Savaşı ve Rusların Japon korkusu


"Askeri tarihçilere göre modern tarihin ilk modern deniz savaşı, 1905'te Rus ve Japon donanmaları arasında Tsushima'da gerçekleşmiştir" türünden cümleler okuyabilirsiniz. Bunların tamamı, okuduklarınızdan fazlasıdır. Bu savaş da böyle kuru bilgilerle geçiştirilemeyecek kadar önemli. Modern zamanlarda Uzakdoğulu/Asyalı modern bir gücün Batılı bir gücü yenmesinin ilk örneği olan 1904-1905 Japon-Rus savaşına daha önce de değinmiştik. Bu savaşta Japonların uyguladıkları savaş stratejileri ve özellikle taktiklerin, Birinci Dünya Savaşı'ndaki modern savaş biçimine doğrudan etki yaptığını da vurgulamıştık. Bunun doğrudan nedenleri de vardır ve bunların başında -herhalde- askeri alanda Alman/Prusya ekolünün modern Japon ordusunun kurulması ve eğitilmesindeki büyük rolü gelmektedir. Aynı ekol, modern Osmanlı/Türk ordusunun kurulmasında ve eğitilmesinde da başrol oynamıştır. Yaşlı Almanlar, Birinci Büyük Savaştan sonra teslim olmayıp yeni bir (Kurtuluş) savaşı başlatan ve üstelik bir de zafer kazanan, sonra masaya oturup Lozan'da yeni şartlar dayatan, savaş yenilgisi anlaşmalarını yırtıp atan Türklere hayranlık duyarlar. Benzeri hayranlığın, 1905'deki Rus yenilgisinden sonra Avrupa'da Japonlara karşı da duyulduğu anlaşılıyor. Fakat bu hayranlık, korkuyla karışık bir hayranlıktır ve bu yüzden pek açık ifade edilmemiştir.

Tsushima deniz savaşı, bu korkuyla karışık hayranlığın zirve noktasını oluşturur. Çünkü Rusların donanması Baltık Denizinden yola çıkıp Akdeniz'e hiç girmeden koca Afrika kıtasının etrafından dolaşmış ve Kore yarımadası ile Japon adalarının birbirine en yakın oldukları bölgenin ortasındaki Tsushima adası açıklarında Japon donanması ile kapışmıştır. Burada aslında "kapışmışlardır" değil, "Japonlar, Rus gemilerinin hepsini teker teker batırmışlardır" demek daha doğru olur. Koca Rus donanmasının denizin dibini boyladığı bir av. Japonlar bunu, kendi buldukları T-Usulü savaş ile başarmışlardır.

Oraya gelmeden üzerinde durulması gereken en ilginç konu, 1904-1905 savaşı sırasında Ruslara hakim olan Japon korkusunun kadir olduğu traji-komik olaylardır (burada gereksiz milliyetçiliğe ve Rus düşmanlığına neden olmamak için belirtmekte yarar var: Rusların bu dönemdeki Japon korkusu, tıpkı Türklerin Balkan Savaşındaki Bulgar korkusuna benzer. Bulgarlar bu korkunun farkına varmamıştır. Varsalardı Çatalca'yı geçip İstanbul'a girebilirler ve çok daha önce Edirne'yi alabilirlerdi). Japonlar, bu korkunun farkındaydılar ve bugüne dek pek netleşmiş olmamasına rağmen, bu korkuyu artıracak operasyonlar yaptıkları da düşünülebilir. -Nihayet bu konuda mesela özü gizli savaş demek olan ve Bujikan/Ninja öğretilerine dayanan zengin bir savaş deneyimine sahipler.

Port Arthur'u kuşatan, Rus ordusunun tüm ikmal yollarını kesen ve Rus gemilerini de Port Arthur limanına hapseden Japon donanmasını limanın önünden uzaklaştırmak işi Baltık Donanmasına verilir. 18 bin deniz mili yaparak ulaşacağı hedefe doğru ilerleyen Rus donanmasının başına gelen ilk olay, İngiltere açıklarındadır. Hemen belirtelim: Rus donanması, dönemin en modern savaş gemilerine sahipti. Gemilerden altısı, daha birkaç yıl önce denize indirilmişti. Japon gemilerinin ise tamamı, 19'uncu yüzyıl sonlarına doğru üretilmiş daha eski gemilerdi ama iyi silahlandırılmışlardı.

Japonların koca Rus ordusunu Port Arthur'da kapana kıstırıp hareketsiz bırakması, Rusları son derece kuşkucu ve ürkek yapmıştı. 'İkinci Pasifik Filosu' adıyla 15 Ekim 1904'te Libau'dan denize açılan Rus donanmasına, amiral Zinovi Petroviç Roşestvensky komuta ediyordu. Daha bir gün sonra, 16 Ekim akşamı gemiler alarm vaziyetine geçti. Gerekçe ilginçti: Japon gemileri! İngiltere açıklarında Japon torpido gemilerinin ne aradığını sormak -o ruh haliyle- pek mümkün olmamış demek! (Orada sahiden Japon gemileri var mıydı?.. Bu soruyu Japonlar bugüne kadar kesin bir dille asla yanıtlamamışlardır)

21 Ekim gecesi 21.00 sularında 'Kamçatka' gemisi, yeniden Japon torpido botları gördüğünü bildirir. Sabaha karşı Bir sularında, bu esrarengiz "gemi"lerden biri bir sinyal ışığı fırlatır. Işık Ruslar tarafından yanlış yorumlanır. Gemilere projektörler tutulunca, bunların balıkçı gemileri olduğu görülür ama -birşeyi anlayamayınca!- altında hemen bir komplo teorisi aramak konusunda Türklerden aşağı kalmayan Ruslar, gördüklerine inanmazlar. Rus gemilerinden Knyas Suvorov, emir-memir beklemeden balıkçı gemilerine ateş açar ve hemen komuta kademesi tarafından uyarılır. Bu arada Rus Aurora gemisi, balıkçı gemilerine yaklaşmıştır. Ruslar, kendi gemilerini Japon gemisi sanarak ateş açarlar ve gemiyi yaralarlar. Bağrış-çığrış bu saçmalık durdurulduğunda gece saat Birdir ve 10 dakika içinde birçok Rus gemisinden yüzelliiki milimetrelik beşyüz top atışı yapılmış, ağır makinalılar da binsekizyüz mermi yakmıştır. Mermilerin neden oldukları kıyım ise büyüktür. İngiliz balıkçı gemisi Crane derhal batar. Beş balıkçı gemisi de yaralanmış, batmak üzeredir. Batan gemiden kurtulup suyun üzerinde kalmaya çalışan balıkçıları kurtarmak için denize açılan flikalar Ruslar tarafından farkedilir. Birbuçuk'ta Rus gemileri yaptıklarını anlamış olacaklar ki, "hiçbirşey olmamış gibi" yollarına devam ederler -yaralı balıkçılara yardım etmek, özür dilemek falan hiçbirinin aklına gelmez (belki de hâlâ Japon tuzağından korkmaydılar). Tek bir Rus denizcisi denize açılıp yaralı ve perişan balıkçılara yardımı düşünmez.

Olay elbette büyük yankı uyandırır. İngiliz basını Ruslarla hem alay eder. Amiral Roşestvensky'ye, "aptal/sersem köpek" anlamına gelen "mad dog" lakabını takar ve saldırıyı acımasızca eleştirir. Olay büyük bir diplomatik soruna dönüşür, daha sonra Rus filosunun subayları, mahkemelerde yemin billah ederek Japon gemilerinin saldırısına karşı filosunu koruduğunu iddia edecektir. İngiliz donanması Rus donanmasının peşine düşer ve onu İspanya'nın kuzey-batı ucundaki Vigo limanında kıstırır. Ruslar gemilerine kömür de alamaz ve ancak diplomatik masabaşı çatışmasından başı eğik çıkıp gemilerini yüzdürebilirler. Rusya, olayın İngiltere tarafından etraflıca araştırılmasına izin verir. Araştırma komisyonunda Rus ve İngiliz amirallerinin yanısıra, ABD, Avusturya-Macaristan ve Fransız amiralleri de bulunacaktır.

Ruslar bu olayın utancıyla yollarına devam ederler ve Afrika'nın etrafından dolaşarak Tsushima'ya gelirler ama onları bir sürpriz beklemektedir.

Rusların hedefi, oradan geçerek Rus limanı Vladivostok'a ulaşmak ve orayı direnişin yeni merkezi haline getirmektir. Rus filosu biraz yol azıtarak başka bir rota çizebilirdi, fakat kömür sıkıntısı, gözlerini Japonlardan daha çok korkutmuş olmalıdır. 27 Mayıs 1905 günü güneş doğarken, Rus filosu, Japonlar tarafından Kore yakınlarında görülmüşlerdir. Hemen Amiral Togo Heihachiro durumdan haberdar edilmiştir. Amiral Togo, derhal, hemde sadece kendi gemisiyle, bulunduğu Kore sahillerinden Japon sahillerine doğru yola çıkmış, Japon sahillerini korumayı esas almıştır.

Büyük Türk kadınlarından Halide Edip Adıvar, bu savaştan sonra doğan oğluna boşuna Togo adını vermemiştir. Amiral Togo o gün, Rus donanmasının üzerine gitmeyerek düşmanı şaşırtmıştır. Beklendiği gibi gitseydi, gemiler birbirine paralel hatlarda durarak veya yan yana geçerek birbirlerine ateş edeceklerdi ve o zamanlar bilinen türde malum bir deniz savaşı olacaktı. Amiral Togo, Rus gemilerinin geldiği istikamete 90 derecelik bir açıyla ve Japon gemilerini birbirinin ardı sıra dizerek ilerlemiştir. Bu durumda filonun önünü enlemesine kesmiş ve düşmanla arasında bir 'T' şekli oluşturmuş oluyordu. Bu durumda iki filo sanki kapışmadan geçip gidecekmiş gibi bir intiba uyanıyordu. Bu garip durum Rusları kuşkulandırmış derhal hız kesmişlerdir. Hatta gemilerden bazıları durmuştur.

Saat 13.50'de Amiral Togo ateş emri verdiğinde, tarihin en orijinal savaşlarından birinin yaşandığını önce Ruslar anlamıştır. Bu pozisyonda aynı anda ateş eden Japon gemileri, kendilerine doğru gelen Rus filosunun en öndeki yakın gemisine nişan alıyor ve batırıyorlardı. Tek bir gemiye/noktaya böylesine yoğunlaştırılabilecek bir ateş gücüne karşı koymak bugün de mümkün olmasa gerek. Ruslar, dikine ilerleyen gemilerinden yoğun ateş edememişlerdir. Teknik ve pozisyon olarak bu mümkün değildi. Akşam saat 17'de, savaşın sonucu belliydi, kısa süreliğine toplar sustu. Çünkü dumandan hiçbir şey görülmüyordu. Rus donanması, T-Savaşı karşısında güneye doğru çekilmeye çalışan Rus gemilerine yaklaşan Japon gemileri, saat 18'de ateşe yeniden başladılar. Bir saat sonra en büyük Rus gemileri Alexander III ve Suvorov, bütün mürettebatıyla birlikte battı. Onları Borodino gemisi izledi. Komutayı Amiral Nebogatov üslendi ve oradan başka yoldan çıkarak Vladivostok'a ulaşmayı geceleyin denedi. Bu olasılığı önceden hesaplamış Japonlar, kurdukları torpido tuzağıyla o gece altı gemi daha batırdılar.

28 Mayıs günü geriye kalan Rus gemileri ve kuvvetleri Japonlar tarafından bir ölüm-kalım savaşına zorlandı. Sadece torpido botları direniş gösterebildi. Kore sahillerine ulaşıp kurtulmaya çalışan gemiler de batırıldı. Geriye 32 Rus savaş gemisinden savaşabilecek durumda sadece dört büyük savaş gemisi ve üç küçük bot kalmıştı. Sabah 10.30'da gemiler, geriye kalan mürettebat ve birkaç Rus amiraliyle birlikte teslim oldular. Sonra yargılandılar ve hepsi hapse atıldılar.

Vladivostok'a sadece bir tek Rus gemisi, İsumrud ulaşabildi. Bu gemi hızı sayesinde teslim olmadan kurtulabilmiştir. Ama geminin askerleri, gemi Vladivostok'a ulaşmadan kısa bir süre önce bir kayalığa dalarak hasarlanınca İsumrud'u batırdılar. Teslim olmaktan kurtulabilen bir başka gemi Filipinlere kadar ağır aksak kaçıp oraya sığındı. Wladivostok limanına kadar gelebilmek, sadece bir torpido botuna ve amiralin yatına nasip oldu! Kısacası, koca Rus donanması yokolmuştu. Bu kayıp, Port Arthur yenilgisiyle birlikte Rus Çarlığının üzerine bir karabasan gibi çöktü ve 1905 Rus ihtilali bu atmasforde başladı. -Süreç, 1917 Bolşevik ihtilaline ve Çarlığın ortadan kaldırılmasına kadar sürdü.

11 Aralık 2008 Perşembe

Mitsui三井 ve kapitalizm öncesinden sonrasına firma olmak


Bir Japon atasözüne göre “Yaşlı atlar yolunu kendi bulur”. Japon sosyal kültürünün yaslandığı bilgelerden Kong Fuzi (Konfiçyüs) de, “Başkasının yolunu izlemek tehlikelidir” der. Finans krizinin giderek bir ekonomi ve sistem krizine dönüştüğü günümüzde, kulak ardı edilmemesi gereken sözler. Aralık ayı başında ABD'nin resesyona girdiği neredeyse resmen ilan edildi. Ondan önce Kasım ortasında Japon ekonomisinin resesyona girdiği açıklanmıştı. 2008'in ikinci çeyreğinde yüzde 0.9, üçüncü çeyreğinde yüzde 0.1 küçülen Japonya, bu durumdan çabuk kurtulacak gibi de görünmüyor. Japonların böyle durumlarda kendi yolunu bulup izlemekte mahir yaşlı atları var. Bunların arasında en ilginç olanı, dörtyüz küsür yıl önce kurulmuş olan Mitsui firması. Yani Japonya'da kapitalizm henüz yokken kurulup, ülkenin özgün (milli) kapitalistleşme sürecine uyum sağlamış, hatta bu gelişmeyi bir çok konuda doğrudan etkilemiş büyük bir özel ekonomik yapılanma 'Mitsui Gurupu'.

Global krizin sistemi kökten sarsması durumunda, kökü kapitalizm öncesine uzanan eski kurumların değişim (ve yeni olana uyum) kalitesi konusundaki tecrübelerinden yararlanmak çok önemli olabilir. Böyle tecrübeler, kriz karşısında geleceğe uzanabilecek olası postkapitalist değişimler konusunda da önemli olabilirler. 'Yaşlı atları' iyi izlemek gerekir.

Günümüzde 800 kadar firmadan oluşan Mitsui grubu, 21'inci yüzyıl başındaki yüz milyar Dolarlık cirosu ve üç milyonu aşkın çalışanıyla dünyanın en büyük birkaç firmasından biri. Mitsui ailesine ait olmakla birlikte, tamamen bağımsız yönetilen bu firmalar arasında Toyota, Toshiba gibi dünyada herkesin bildiği popüler isimler de var. Ve kriz dönemine uyum kapasiteleriyle yeniden şaşırtıyorlar. Aynı gruptan Mitsui & Co., güncel finans krizine rağmen Kasım ortasında Tokio borsasında en çok kazanan bir numaralı firmaydı, -hem de 2007 Aralığından beri Nikkei endeksinin yüzde elliden daha fazla düşerek değer kaybetmesine rağmen.

Resesyon, tüm OECD ülkelerinde kendini hissettiriyor. Japonya, bu ülkeler arasında en iyi durumda olanı. Japonlar, Tenno (İmparator) Hirohito'nun 63 yıllık hükümdarlık süresi (Showa devri) sonunda 1989'da yaşadıkları ani düşüş ve onu izleyen kriz dönemindeki kadar çaresiz görünmüyorlar. Önemli bir bilgi birikimi söz konusu. Dünya basınında yorumcular, Japonya'nın diğer ülkelere göre krizden daha az zarar göreceğini söylüyorlar. Bu hiç de şaşırtıcı olmaz. Japonya kendi ekonomik krizini, uzun vadeli kamusal devlet yatırımları yaparak ve kamusal harcamaları artırarak, aştı. Şimdi yaşanan kriz, yerel değil global olduğundan, bu doğru politikanın devamı da düşünülmek zorunda. Uzun erimli yatırımların esas olduğu finansal yapıya uygun yeni bir para ve mali sistemin kurulması, giderek bir zorunluluk haline gelebilir.

Japonya'da para sistemi ve bankacılık konusunda en tecrübeli özel kurumların başında kuşkusuz Mitsui geliyor. Japonya'yı 1543'te ilk keşfeden Batılılar Portekizlilerdi ve o tarihten itibaren Batı ile Japonya arasında giderek yoğunlaşan bir ticaret başladı. Ta ki Katolik misyonerler Japonları Hristiyan yapmaya kalkıncaya ve ülkeyi yöneten genelkurmay başkanı (Shogun) Ieyasu tarfından ülkeden kovuncaya kadar. Hollandalılar ve Almanlar dışındaki bütün Avrupalı tüccarların büyük sorunlarla karşılaştığı bu dönemin daha ikinci yılında bir Samurai, aile mabedinde hayatının kararını verdi ve eline bir daha kılıç almayacağına, savaşçı Samurai sınıfına mensup olmanın getirdiği imtiyazlardan feragat ederek artık ticaretle uğraşacağına yemin etti. Bu kişinin adı Sokubei Mitsui idi.

1100'lü yıllardan beri savaşçı Samurai sınıfına dahil olmuş Mitsui ailesinin reisi Sokubei'nin1616'da bir 'şehirli vatandaş' (chonin) ve bir tüccar olmaya karar vermesinin altındaki baş neden, Japon iç barışının yeniden tesis edilmesi ve savaşçılara duyulan ihtiyacın azalmasıydı. Yerel Beyler arasında uzun yıllar süren savaşların ardından 1603 yılında Japonya'nın birliğini sağlayan Tokugawa Shogun'u İeyasu, yeni bir ekonomik istikrar devrini de başlatmıştı. Sokubei tüccarlıkta, kılıç kullanmak kadar mahir değildi. Pirinç şarabı ve soya sosu satarak başlattığı tüccarlık macerası başarısız oldu. Ancak onun ölümünden sonra, karısı ve küçük oğlu Takatoshi sayasinde Mitsui büyük bir 'tüccar aile' (Zaibatsu) olabildi.

Mitsui, daha kapitalizm öncesi dönemde, daha sonra kapitalizmle özdeşleşecek yöntemler geliştirmiştir. Daha 1700'lerin başında Edo'da (Tokio) kurduğu Japonya'nın ilk alışveriş merkezinden alışveriş yapan müşterilerine şemsiye hediye ediyordu. Tabii her şemsiyenin üzerinde kocaman bir Mitsui logosu bulunuyordu. Mitsui, dış etkiyle (ve kendi dinamiğiyle) kapitalizme yönelen Japonya'da birçok yenilik arasında reklamcılığı da başlatan ilk kurum sayılıyor.

Mitsui'nin tarihindeki en ilginç yan, Japonya'da kapitalizme ve ona has yoğun (faiz ve spekülasyonla çoğalabilen ulusal) para kullanımına geçişin Mitsui özelinde incelenmesine olanak sağlamasıdır. Japonya'da ülke çapında ulusal para sistemi ve Japon Merkez Bankası 'Nihon Ginko' 1868'de kuruldu. Ondan önceki Tokugawa Shogun'ları devrinde ülkede çok sayıda yerel para birimi kulanılmaktaydı. Farklı para birimlerinin değiş-tokuşu bir sorun teşkil ediyordu. Ama bu durum, eski dönemlerde kendine özgü olumlu bir faktör olarak da kullanılmıştır. Bu sayede örneğin 10'uncu ile 13'üncü yüzyıllar arasında Avrupa'da eksi-faiz uygulanabilmiş, özgün bir kültürel uygarlık ve refah devri yaşanmıştır. Türkiye'de Osmanlıların paranın değerini mütemadiyen düşürmeye başladıkları Birinci Murat devrine kadar da benzeri bir durumdan söz edilebilir. Mitsui, ülke çapında ilk para değiş-tokuşu büroları ağını kurmuş, bu konuda hükümdar Shogun'un güvenini kazanmıştı. Ülkenin para sistemine etkisi böyle başladı.

Takatoshi Mitsui, Shogun'un başkenti Edo ile Osaka arasında her seferinde onlarca öküz arabası ile taşınan yüklü miktardaki nakit parayı ve para trafiğini haydut saldırılarından korumak için ilk havale sistemini geliştirdi. Takatoshi'nin önerisi üzerine Shogun parayı, üretim merkezi Osaka'daki Mitsui temsilciliğine veriyordu. Bu para ile Mitsui çeşitli şeyler üretiyor, malların büyük bir kısmı da elbette Edo'da satılıyor ve kazanılan paradan Shogun'un parası kuruşu kuruşuna kendisine geri veriliyordu. Para bu yolla tehlikesizce başkente ulaştırılmış oluyor, ayrıca ekonomiye ve tabii Mitsui ailesine katkıda bulunuyordu. Önceleri parasını altmış gün içinde isteyen Shogun, sonra bu süreyi iki misli uzattı. Mitsui'nin kurduğu para trafiği faizsiz işliyordu ve bu sistem sayesinde 1683'te faizsiz Mitsui bankası kuruldu ve birkaç yıl içinde Japonya'nın en saygın bankerlik kurumu haline geldi. Mitsui'nin kapitalizm önceki dönemde en çok dikkat ettiği diğer konular, karı düşük tutmak, mütevazilik ve devlete mutlak sadakatti. Taketoshi, bu ilkeleri ve Mitsui'nin nasıl yönetileceğini içeren ayrıntılı bir aile yasası yazmıştır. 18'inci yüzyılın en başından itibaren uygulanan bu yasanın 'devlete sadakat' ilkesi, Shogun'lar devrinin sonunda Mitsui'nin mahvına sebep olmak üzereyken revize edilmiştir. Mitsui, tasfiye edilen Shogun yönetimi ile modernleşme yanlısı Meiji hükümeti arasında kalmıştı.

Mitsui'nin bu zor dönemdeki en büyük 'şansı', 1866'da Hachiroemon Takahira'yı bulup, ailenin Shogun'la yürüttüğü para ilişkilerinin başına onu getirmesidir. Esrarengiz Hachiroemon, para işlerinin Mitsui'nin bütün diğer işlerinden bağımsız işlemesi gibi kapitalizme özgü tipik bir öneriyle işe başlamıştır. Nereden geldiği ve kim olduğu bilinmeyen bu adam, bugün, Japon kapitalizminin babası sayılıyor. Aile dışından birinin böylesine önemli bir pozisyona getirilmesi bir ilkti. Aile kendisini daha sonra evlatlık edinmiştir.

Shogun yönetimi 1868'de sona erdi ve hızlı bir modernleşme başladı. Meiji hükümeti, tecrübesine güvenerek finans işlerini önemli ölçüde Mitsui'ye bıraktı. Her Mitsui temsilciliği, Hong Kong ve Shanghai temsilcilikleri de dahil olmak üzere Japon devlet bankası şubesi gibi işlemeye başladı. Bunda Mitsui'nin gelişmelerin istikametini görerek tam zamanında modernleşme yanlılarının safına geçmesi de büyük rol oynamıştır.

Mitsui'nin Japonya'nın en büyük dört aile firmalar topluluğu arasına katılarak Türkiye'deki Koç, Sabancı, Eczacıbaşı vd. gibi her dalda iş yapan büyük gruplardan biri haline gelmesi, 19'uncu yüzyıl başında kesinleşmişti. Mitsubishi, Sumitomo, Yasuda gruplarıyla rekabet eden Mitsui, 1910'da yüzyirmi farklı ürünün üretimi ve ticaretiyle uğraşmaktaydı. Bunlar, finans alanından kömüre, oradan ticarete, sıradan eşya ve tekstil üretimine kadar geniş bir alanı kapsıyordu. Aynı dönemde Kore'nin sömürgeleştirilmesi ile birlikte, Güney Amerika'ya kadar uzanan bütün dünyada Mitsui temsilcilikleri kurma girişimleri de başladı.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD işgal yönetimi, Mitsui ile birlikte diğer üç büyük aile grubunu (Zaibatsu) lağvetti. Bugünkü haliyle Mitsui, bir firmalar topluluğu olarak (Sogo Shosha) 1947'de yeniden kurulmuştur. Mitsui & Co. halen, Japonya'nın ikinci büyük Zaibatsu'sı. 67 ülkede 158 temsilciliği bulunuyor. Kömür, demir ve petrol fiyatlarının yükseldiği 2008'in ikinci çeyreğinde Mitsui'nin karı, yüzde 94'lere çıkarak tüm Japon firmalarını geride bıraktı. Japonya'nın üçüncü büyük bankası Sumitomo Mitsui Financial, 2008'in ilk sekiz ayında 319 milyar Yen (üç milyar Dolar) kar eti.

Mitsui örneğinde olduğu gibi eski/köklü ticari kuruluşların sadece üçyüz yıl öncesinden başlayarak kapitalist sisteme uyum aşamsında değil, sistemin ve sistem krizinin ötesine doğru postkapitalist anlamda da seçenekler geliştirmeleri beklenebilir. Önyargıları bir yana bırakıp yaşlı atları gözlemekte, izlemekte fayda var.