30 Ağustos 2008 Cumartesi

Zatoichi'nin kılıç tutuşu ve görmeden vurmak

Zatoichi (座頭市) sahiden yaşamış mıdır veya sadece yazar Kan Shimozawa'nın hayal mahsulü müdür (inanmak zor) bilinmez, ama ünlü rejisör/oyuncu Takeshi Kitano (北野 武)tarafından canlandırıldığı haliyle önemli ve özgün bir figür. Önemi, iki özelliğinden geliyor. Bunlardan ilki -kuşkusuz- savaşmak/zafer için hislerin ve sezginin ne kadar önemli olduğunu her an göstermesi. İkincisi, Batı'da pek bilinmeyen bir savaş stili kullanması. Stilin adı 'Iaijutsu' (veya Iaido 居合道).
Bu teknik, esas olarak kılıç çekmek ve o an vurmak üzerine kurulu bir tekniktir. Zatoichi kılıcını, saplamak üzere tutulan bir bıçak gibi tutuluyor (yani kılıcın ucu yere yakın, sapı yukarıda). Kılıcını, baston veya dolmakalem gibi kamufle edilmiş tabancalara benzer bir yöntemle gizliyor, kör deyneği gibi kullanıyor. Iaido'nun anafikrine uygun olarak Zatoichi, zavallı/aciz/zayıf bir kör gibi görünüyor. Ama dayandığı bastonun bir kın olduğu ve içinden bir kılıç çıktığını gören (gördüğü anda ölüyor) yok. Takeshi Kitano'nun yönetip bizzat oynadığı son Zatoichi filmi (2003), Iaido'nun ruhu hakkında (merak edenlere) bir fikir verebilir. Aslında bir kılıç çekme sanatı olan Iaido'da ana fikir, 'çekilen kılıcın, hedefini vurmadan tekrar kınına dönmemesidir.' Ve her şey bir anda olur. Zatoichi ile verilen diğer önemli mesaj, görünüme asla aldanmamak gerektiğidir. Zatoichi, kibirlilere karşı mücadelesine her zaman -bu sayede- bir sıfır önde başlar ve mücadeleyi kazanır. Iaido tekniğini filmde iyi (ancak bu kadar iyi olabilir) sergileyen Kitano'nun filmi, Zatoichi hakkında çekilen filmlerin en başarılısıdır. (Film, 2003'te gösterime girer girmez Beyoğlu'nda da gösterilmişti)

Zatoichi'nin stili Iaijutsu'yu geliştiren Samurai Hayashizaki Jinsuke Shigenobu (1549-1621), 'Hayashizaki Muso-Ryu' adlı okulunda ilk öğrencilerini yetiştirdi. Bu gençlerden biri, daha sonra Tokugawa Shogun'u yani Japonya'nın Genelkurmay Başkanı olmuştur. O dönemde Japonya'nın Tenno'lar (Göğün Oğlu / İmparator) tarafından değil ,Genelkurmay Başkanları tarafından yönetildiği düşünülecek olursa, bunun önemi anlaşılır. Iaido'da kılıcın keskin tarafının yukarıya dönük şekilde kullanılması ise, daha sonra büyük Sensei/usta Hasegawa Mondonosuke tarafından geliştirilmiştir.

28 Ağustos 2008 Perşembe

Selçuk Esenbel / 1904 Rus-Japon Savaşı'nın Osmanlı Türkiye'si üzerindeki etkisi (1)


10 Şubat 1904'te Japonya ile Rusya arasındaki savaş ilanı, Rusya'yı geleneksel baş rakibi olarak gören Türkiye'de heyecan dalgası yarattı, ama savaşın nihai etkisi yıkıcı oldu. Mançurya'dan gelen Rus yenilgisi haberleri kutlamalar için iyi bir nedendi, ancak tıpkı II. Abdülhamid'inki gibi zamanın otokratik rejimi olan Romanoflar'ın Çarcı devletinin husumetini çekmemek için, Osmanlı Devleti bu felakette dikkatli bir tarafsızlık politikası izledi. Bir zamanlar Balkanlar'dan Arabistan Yarımadası'na uzanan coğrafyaya hükmetmiş eski bir dünya imparatoru olan Osmanlı, zaten 18. Yüzyılda Karadeniz'in kontrolünü Ruslara kaptırmıştı. Son otuz yılda, Osmanlı Devleti 1877-78 tarihleri arasındaki Rus-Osmanlı savaşında korkunç bir yenilgiyle karşılaşmış, bu yenilgi de Kafkasya'daki Osmanlı idaresinin sonunu getirerek Balkanlar'daki hakimiyetinin aşınamsına neden olmuştu. Bu savaşın ardından imparatorluk parçalanmaya devam etti. 1881'de İngilizler Mısır'ı işgal etti. 1885'te doğu Rumeli Bulgaristan'a katıldı ve 198'de Girit, Osmanlı yetkilileriyle Yunan isyancılar arasında çıkan çatışmadan sonra uluslararası denetimin altına girdi.

Kuşkusuz Rus-Japon Savaşı sırasında Türklerin Japonlara karşı duyduğu heyecan samimiydi. Zamanın bir gazetecisi İbrahim Halil, kaleme aldığı anılarında şöyle der: "Selanik'te çıkan asır gazetesini almaya başladık. O da benim gibi Japon taraftarıydı. (Asım Efendi'yi kastediyor S.E.) Japonlar'a demişler ki, 'niçin mabedlerinizde harp için dua etmiyorsunuz?' 'Bize Türklerin duası yeter demişler. Japon taraftarlığından Asır gazetesini bir müddet kapattılar." Müslüman gazeteler, Japonların Rusları yenilgiye uğratmasını mazlum Doğu'nun yenilmez Batı'ya karşı zaferi olarak kutladılar; feminist bir Türk milliyetçisi olan Halide edip, diğer pek çok kadın gibi, Japon deniz kuvvetleri komutanı Amiral Togo Heihachiro'dan esinlenip oğluna Togo adını verdi. Osmanlı elçilikleri savaş haberlerini ciddiyetle takip ettiler. Tarafsız bir güç olarak Osmanlı Devleti, 19'uncu Yüzyılda Osmanlı ordusununyeniden yapılandırılmasında on iki yıl çalışan ve paşa ünvanını alan General Freiherr von der Golz'un tavsiyesi üzerine, Osmanlı ordusu adına uluslararası askeri gözlemciler grubuna katılması için Albay Pertev Bey'i görevlendirdi. Pertev bey, Port Arthur'un alınması sırasında Mançurya'daki General Nogi Maresuke'nin 3. Ordusuna eşlik etti. Sacvaştan sonra anılarını kaleme aldı ve kısaca japon tarihine değinen, Japonların zaferinde fiziki hazırlığın yanı sıra manevi hazırlığın da güçlü rolüne vurgu yapan, böylelikle Türk gençliğine bir yol gösyerici olması amacı taşıyan, analizini içeren kitaplar yazdı.

Toplumsal Tarih Dergisi Ağustos 2008 sayısından


21 Ağustos 2008 Perşembe

Yoshimoto Nara'nın kötü çocukları


Kötü kötü bakan sevimli çocuklar. 49 Yaşındaki Yoshimoto Nara'nın (ならよしとも) çizdiği çok güzel ama fena halde kötücül çocukları, sırf bu garip özellikleri nedeniyle çok dikkat çekmişti. Özgün Pop-sanatçısı çizer ve illüstratör, ilk sergisini 1984'de açtı. O zamandan beri kırka yakın sergisinde, Jaonlara özgü Manga çizgi romanlarından etkilendiği görülür. Onun Manga'dan yola çıkan sevimli çocukları ve hayvanlarında garip bir melankoli vardır. Örneğin gözleri kapalı bebekler çizer, dik dik bakan sevimli bebeklerin heykelllerinden oluşan sergiler açar ve Japonya'da biraz daha geç ortaya çıkmış Pop-Art'ın temsilcilerinden sayılır.
Nara'nın çizimleri, Japon toplumunda giderek daha iyi hissedilen 'çocuk yalnızlığı'nı işler. Japon ailelerindeki çocuksuzluk veya tek çocuk olgusunun altını çizer ve bu olguyu bir adım daha ileri götürerek; çocukları kızgın, kötücül gösterir. Japonya'da tan bir yıldız, bütün dünyada tanınmış bir sanatçı olan Nara hakkında yazar Banana Yoshimoto bir söyleşisi; "Etrafımda, tanıdıklarım arasından kim bir insan öldürebilecek kişidir diye sorsam kendime, 'o' derdim. Nara elbette kimseyi öldürmez. Onun çalışmalarını diğer sanatçılarınkilerden farklı kılan da bu olsa gerek'' demiştir.