27 Şubat 2008 Çarşamba

Japonya'da Budist-fundamentalist Soka Gakkai

Japon Anayasası'nın yirminci maddesine göre dini örgütlerin, dini derneklerin ve kurumların siyaset yapması yasak. Buna rağmen Budist fundamentalist Soka Gakkai tarikatı tarafından desteklenen Komeito (公明党) Partisi, iktidara kadar yükselip Yasuo Fukuda hükümetinin koalisyon ortağı oldu. Inançların yükselisi ile birlikte, dünyadaki ruh kazanma trendi ile onu sömüren dinci fundamentalizmin birbirinden itinayla ayrılması gerekiyor. Türkler gibi bir Ural-Altay dili konuşan Japonların bu konudaki tecrübesi öğretici olabilir.

1920'li yıllardan başlayarak milliyetçilik, dozunu sürekli artırd
ı ve politikaya hakim oldu. Milliyetçiliğin son büyük "altın" çağı, İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar sürdüğünü biliyoruz. İkinci Dünya Savaşına ideolojik malzeme sağlayan son büyük milliyetçilik dalgasının tezahürleri her ülkede farklı bir şekilde ortaya çıktı. Fakat kapitalistleşme istikametinde asıl trend, yeniden yazılan ulusal/milli tarihlere uygun olarak "ulusal öz"e dönüş ve eski dindar geleneklerin reddi (hatta yer yer yasaklanması) şeklinde oldu. Bu dönemde Japonya'da Budizmin yasaklandığını görüyoruz.

Budizm, Japonların Kore üzerinden yedinci yüzyıl başında benimsedikleri (600 yılında devlet dini oldu) ve asıl dinleri Şinto ile birlikte inandıklar
ı bir dindi. Ural-Altay kökenli Şintonun yanında bütün Japonya'ya yayıldı. Milli ekonomiler ve milliyetçilikler çağının sonunda Şinto devlet dini ilan edilip Budizmin yasaklandığında Soka Gakkai ortaya çıktı. Tarikatın 1930'da kurulmasından sonra yeraltı faaliyetleri ile desteklediği çabası sayesinde halk arasında yayıldı. Yasaklanan her şey gibi radikalleşti ve giderek fundamentalist bir karakter kazandı. Günümüzün neo-liberal kapitalizm atmosferinde kültürel kimlikçi fundamentalist bir örgüt olarak faaliyet gösteriyor. Güç/şiddet kullanmaya karşı olan organizasyon, "değerler yaratan eğitim kurumu" anlamına gelen adıyla Tokyo'da faaliyet göstermeye başladı.

Tarikat, başlangıçta sadece "dindar insanların derneği" görünümünde olduğundan pek önemsenmemişti. Kurucusu Tsunesaburo Magiguchi ve halefi Josei Toda 1943'te tutuklandılar. Örgüt yasakland
ı. Magiguchi hapisanede öldü. Soka Gakkai, Josei Toda'nın önderliğinde örgütlenmeyi sürdürdü. Tarikat, Nichiren'in 13'üncü yüzyıldaki hümanist öğretisini savunuyor ve onun yazdığı Lotus Sutra'yı (Hokke-kyō / 法華経) kutsal metin olarak kullanıyor.

Soka Gakkai 1964 yılında Komeito (
公明党) partisini kurduğunda, partiyle ilişkisi olmadığını göstermek için elinden geleni yaptı. Diğer yandan, yeni üyeler kazanmak için sıkı bir yayılma politikası izledi. Bu strtejinin 'Shaku-buku' diye adlandırıldığı bugün biliniyor '(İradesini) kır ve hükmet' gibi bir anlamı olan bu strateji, fundamentalistlerin, kutsal metinleri kullanarak uyguladığı hükmetme yöntemine birebir uyuyor. Buna göre, kişi kutsal metinlere tartışıp eleştirmeden uymak zorundadır, zira bir "kutsal emir"dir (bu kural "Recm" de olsa farketmez. O da "zamanı/yeri gelince" uygulanır).

Soka Gakkai, her fundamentalist hareket gibi modernden çok modern bir örgüt. Partisi Komeito i
çin, seçim kampanyalarında Amerikalı film yıldızlarını kullanacak kadar Amerikan hayranı! Onların liderleri de genellikle Amerika'da ve günlük yayımlanan büyük bir cemaat gazeteleri (Seikyo Shimbun) var. Birkaç yıldan beri yalanı bir kenara bırakıp partinin bütün milletvekilleri tarikata üye oldular ve ayrılık-gayrılık konusu da böylece ortadan kalktı. 2006 seçimlerinden bu yana Komeito'nun mecliste 31 milletvekili bulunuyor.

Soka Gakkai, okulları/merkezleri üzerinden 128 ülkede aktif. Sadece Japonya'da dokuz milyona yakın evde tarikatin dua köşesi var. Örgütün mali kaynakları ve mal varlığının 90 milyar doları aşkın olduğu söyleniyor.

Komeito partisinin gücü, AKP'nin türbanlı kadın kolları gibi çalışan, ev ev dolaşan çok sayıda angaje/motive seçim yardımcılarından ve Budizmi yaymak için çalışan gönüllü aktivistlerinden geliyor. Ve tabii Japonya'nın diğer büyük gücü Liberal Demokratları yenme ve devleti ele geçirme azmi de önemli. Soka Gakkai için Liberal Demokratlar, “dinsiz Şintoistler" sayıldıklarından, onlar yenilmelidir ve o zamana kadar her yol mübahtır.

Soka Gakkai Japonların hiç sevmediği ve 'düşük' saydığı bir grup. Bunun nedeni, dostumuz A.'nın deyimiyle, halkın ruhuna uymayan aykırı/ters bir faktör olmaları. A., bunu şöyle açıklıyor: "Samurai/Ronin ve Alp/Yeniçeri gibi savaşçı geleneklerini kurup yaşatanlar, yumuşak Budistler ve tüccar Müslümanlar değildi. Onların kendi fundamentalist din yorumlarına göre Ural-Altay kökenli bir toplumun ruhunu ve devleti değiştirmeleri başarıya ulaşamaz çünkü böyle bir başarı hem halkın/devletin ruhuna aykırıdır, hem de hiç bir zafer geleneğine sahip değildir. Japonlar ve Türklerin hareketli/canlı ruhu, durağan/dogmatik fundamentalizme uymaz. Böyle hareketler o kritik çizgiyi ne zaman aşsalar tarihte her zaman savaşçı ruh harekete geçmiştir ve Samurai'nin veya Alpin/Yeniçerinin kılıcıyla cezalandırılmıştır. Bunun mazlumlukla da ilgisi yoktur. Bir halkın ruhu söz konusu olduğu zaman ve o 'çizgi' aşıldığında artık toleranstan söz edilmez."

Japonya'da Komeito halka/devlete bir tehdit oluşturmuyor, ama koalisyon ortaklığına kadar yükselmesi bile bazı kesimlerde dikkatle izleniyor. Yeni fundamentalist hareketlerin en zayıf yanı onların dünya finans sistemine göbekten bağlanmış olmaları ve özgürlük düşmanı karakterleri. Nitekim Soka Gakkai'den ayrılıp onun hakkında ileri-geri konuşan herkes tehdit ediliyor. Fakat özgürlükçü düşünce ve ilkeli/ayrıntılı eleştiriye, Japon fundamentalizminin de dayanamadığı anlaşılıyor. Çünkü fundamentalizm eleştiri değil biat kültürüne sahiptir, kendini eleştiremez ve özgürlükçü eleştiriye dayanamaz.

12 Şubat 2008 Salı

Büyülü çizgi masalların efendisi Hayao Miyazaki

宮崎駿
Bir Türkün Miyazaki'yi hemen hatırlaması için söylenmesi gereken ad: Heidi. Bütün dünya televizyonlarında oynayan çizgi dizi dağlar kızı Heidi, Johanna Spyri'nin aynı adlı çocuk romanından uyarlanmış dikkat çekici bir dizi filmdi ve Türkiye'de gösterilmişti. (Orijinal adı: アルプスの少女ハイジ, Arupusu no shōjo Haiji, Alplerin kızı Heidi 1974) Senaryosunu Isao Takahata'nın çektiği film Miyazaki'nin ilk büyük başarısı sayılabilir.


Sekizinci sanat çizgi roman Türkiye'de Uykusuz, Penguen, LeMan gibi dergiler (ve en son 2008 Şubat'ında yeniden yayımlanmaya başlanan Doğan Kardeş) tarafından temsil edilirken -ki tirajları, deyme Türk gazetelerine taş çıkartmaktadır- Japon çizgi romanı, başlıbaşına bir fenomendir. Metroda birkaç dakikada okunan (ve birkaç günde çizilen) kalın Manga çizgi romanları, artık dünyanın her yerinde ilgi gören tamamen Japonya'ya özgü bir formattır. Hayao Miyazaki, sadece çizgi film alanında tanındığı dönemlerden başlayarak, Manga'nın iki boyutlu -ama renkli- versiyonunu esas almıştır. (Gerçi O'nun hakkında kesin yargılar içeren böyle kısa yazılar yazmak dikkat edilmesi gereken bir şeydir. Çünkü bundan birkaç yıl önce kendisiyle yapılan bir röportajda, hakkında kitaplar yazanları alenen dövmek istediğini, çünkü yazanlardan hiç birinin ya O'nu tanımadığını ya da yazılanları beğenmediğini söylüyordu.

Kariyerine 1963'te çizer olarak başlayan 1941 doğumlu Hayao Miyazaki'inin Türkiye'de de tanınan dört önemli çizgi filmi, İstanbul-Beyoğlu'nda Alkazar Sinemasında ve başka program sinemalarında gösterildi. Bunlar, 'Prenses Monohoke' (もののけ姫,, Mononoke Hime 1997), 'Gökteki Kale' (天空の城ラピュ, Tenku no Shiro Rapyuta 1986), 'Küçük Cadı Kiki' (魔女の宅急便, Majo no Takkyubin 1989) ve 'Komşum Totoro' (となりのトトロ, Tonari no Totoro 1988), 'Rüzgarlı Vadi' (風の谷のナウシカ, Kaze no Tani noNaushika 1984) idi. Ama en ilginç filmi, 2004'te çevirdiği, 'Yürüyen Şato'dur. (ハウルの動く城 , Hauru no Ugoku Shiro / Howl's Mowing Castle )

Bu filmlerinin DVD'leri Türkiye'de (Türkçe) bulmak mümkün. 2008 yazında gösterime girecek son filmi 'Gake no ue no Ponyo'nun da ('Ponyo uçurumun kenarında' 崖の上のポニョ) Türkiye'de gösterileceğini umuyoruz. Çizgi film ve çizgi romanla barışık olmayanlar için Miyazaki'nin filmleri, çocuklar için yapılmış gibi görünür ama, bence özellikle "çizgi film çocuk içindir" diye düşünen yetişkinlere tavsiye edilmelidirler! Belçika-Fransız ekolünün yetişkin çizgi romanları gibi elitist değildir, cinsellik ve (çocuklara zararlı cinsten) şiddet içermez. İtalyanların (Milo Manara'da ve Hugo Pratt'da somutlaşan) Fellini-vari siyah-beyaz mükemmel çizimleri ve Batı'ya özgü psikolojik tırlatmalara Miyazaki'de rastlanmaz. Onun tipleri, tek ayak üstünde zıplayarak gezen ve cansız görünen -ama bir bilgeden daha canlı ve akıllı- korkuluklardır, veya hınzır kedilerdir, sevimli minik cadılardır, dağlarda-bayırlarda dolaşan dev şatolardır.

Miyazaki'nin 2001'de vizyona giren filmi 'Chiro'nun Büyülü ülkeye Yolculuğu' (千と千尋の神隠し, Sen to Chihiro no Kamikakushi) Japonya'da hasılat rekorları kırdı. Büyük usta Hayao Miyazaki, 2002'de Berlin'de Altın Ayı, 2003'te de Oskar ödülü aldı. Son dönemde çevre konusunu ve insanın çevre ile uyum içinde yaşaması gerektiği fikrini işledi.

Miyazaki, Pixar stüdyolarından çıkma 'Ratatouille' (Ratatuy) gibi tam anlamıyla mükemmel üç boyutlu tipler çizmez. Onun tipleri iki boyutludur ama Amerikan çizgi filmlerinin sığ karakterlerine en az beş basarlar. Evine televizyon ve internet sokmayan Miyazaki, çevre bilincine ve eski Japon kültürü ile akrabalığına özellikle önem veren bir sanatçı. Kendi tecrübemizden yola çıkarak: Televizyonsuz/internetsiz her eve en az bir Miyazaki önerilir.

3 Şubat 2008 Pazar

Yoshimi Takeuchi ve Asya'da tarih anlayışının değişimi

竹内好 Yoshimi Takeuchi'nin (1910-1977) fikirleri, Japonya'da yeniden popüler. Özellikle 'Doğu Asya Bölgeciliği' konusundaki fikirleri, yalnız Japonya'da değil, Asya'da (ve dış dünyada) da tartışılıyor. Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yüzünü Batı'ya döndüğü aşamada, modernleşen Japon kültürünü acımasızca eleştiren, savaş sonrası Japonya'sının en önemli düşünürlerinden biri Yoshimi Takeuchi. Yazdığı denemelerle Batılı kültürü ve Batılı politika normlarını alaycı bir dille eleştirirken, Japonların taklitçiliğini de eleştiri dışında tutmuyor.
Takeuchi, İkinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında ve daha sonra Çin'de sürdürdüğü sinoloji eğitimi ve Çin'e olan ilgisi sonucu, (Çin Kültür Devrimi'nden de etkilenerek) Çin toplumunu örnek alan bir 'Protestocu toplum' ideali geliştirdi. Yazılarında, modernizmin yayılması ile Avrupa'nın varolma güdüsünü ilişkilendirir. Takeuchi, "Avrupa'dan daha iyi bir Avrupa haline gelmek", Batı'nın yerine geçerek ondan daha iyi bir Batı olmak, Yeni Batı'yı oynamak fikrini acımasızca eleştirir. Bu düşüncenin, '(Doğu'nun) kendi kendinden vazgeçmesi' anlamına geldiği üzerinde durur.
Türkiye'de Sol'un bir kesiminin Ulusalcılığa kaymasına benzer bir durum, Japonya'da 1930'lu yıllarda yaşanmıştı. Takeuchi, Japon aydınlarının kitleler halinde Sol'dan savrularak totaliter/ulusalcı olmalarını, modernizmin yapısal değişim dönemlerine bağlar ve bu durumun nedenini -doğru bir yaklaşımla- orada arar.
1950'li ve 1960'lı yıllarda, Amerikan işgalinden sonra Japonlar Batı'ya yöneldiklerinde Takeuchi, Japonların Asya ile olan tartışmasız bağlarını hatırlatmıştı ve bu bağlara, japonya'nın savaşta kıta Çin'ine saldırısını da dahil etmişti. Acı ve tatlı yanlarıyla Japonya'nın Asya'ya ait olduğuna dikkat çekmişti.

Yoshimi Takeuchi hakkında bkz.
Takeuchi Yoshimi, "'Kindaika to dentō,’ in Kindai Nihon shisōshi kōza", Tokyo 1959
Yoshimi Takeuchi, "Japan in Asien" Münih 2005
Richard Calichman "What Is Modernity? Writings of Takeuchi Yoshimi", New York 2005

1 Şubat 2008 Cuma

Modern Japon ekonomisinin yeniden doğuşu hakkında

Bir tarım ekonomisi olan Japon ekonomisi, 1850 ile 1950 arasında tamamen değişerek tam bir modern endüstri ülkesi haline gelmiş ve dünya ekonomisine eklemlendi. Japon ekonomisinin bu büyük değişimi elbette birdenbire ortaya çıkmadı. Modernleşmenin kökeni Tokugawa dönemine (1867'de sona ermiştir) dayanır. Aynı dönemde köklü siyasi değişimler de olmuş ve yeni bir sosyal düzen de inşa edilmiştir. Değişimin Miladı olarak genellikle, Osmanlı dönemindeki Tanzimat Fermanı'nın ilanı ile kıyaslanabilecek 1868 'Meiji Reformları' esas alınmaktadır. Bu reformlarla siyasi düzen yeniden tanzim edilmiş, Tokugawa Shogunluğu (ülkenin asıl askeri liderliği ve onun yönetimi) sona ermiştir. Bu değişikliğin ardından Göğün Oğlu / Tenno (İmparator) ülkenin en yüksek siyasi kişisi haline gelmiş, Batı ülkelerine benzeyen bir monarşi kurulmuştur. Buna paralel olarak çocuklara okula gitme zorunluluğu ve gençlerin zorunlu askerlik yükümlülüğü, modernleşen birçok Batılı ülkeler gibi Japonya'da da yürürlüğe konmuştur. Batılı uzmanların yardımıyla başta endüstri olmak üzere modern ordu, donanma kurulmuş, demiryolları inşa edilmiştir. Reformların en önemli ayağı, Japon merkez bankasının ve vergi sisteminin kurulmasıydı. Sıkı tutulan modernleşme ile Japonya, daha 19'uncu Yüzyılın sonunda, (Büyük Britanya, Fransa, Almanya, ABD gibi) diğer süper ulusdevletlerin arasında yer alan bölgesel bir güç haline geldi.
Japon ekonomisi ve toplumunun militerleşmesinin baş nedeni, 1929'da bütün dünyayı sarsan büyük ekonomik krizdi. Kriz sonucu ülke içinde doğan ekonomik sıkıntı sonucu sosyal yapıda önemli sorunlar ortaya çıktı. Aynı dönemde, süper ulusdevletler arasındaki gerginlik de dünyadaki gerginliği hızla tırmandırdı. Militerleşme, İkinci Dünya Savaşı'na kadar devam etti.

Savaş sonrasının yeni ekonomisi, savaş öncesinin 'planlı ekonomi'si fikri (ve kalıntıları) üzerine kuruldu. Örnek alınan en önemli konular endüstri ve finans sistemidir.

Savaş öncesi özgün Japon modernleşmesinin ekonomisinin temeli, Zaibatsu'lar üzerine inşa edilmişti. Zaibatsu'lar, tarih içinde her biri kendince rol oynamış büyük ve köklü aileler/aşiretlerdi. Modernleşme ile birlikte kömür, demir, alüminyum endüstrileri gibi büyük ekonomik sektörler, Zaibatsu'lara bırakılmıştı. Adları bugün bütün dünyada tanınan Sumitomo, Matsui gibi ailelerin kontrol ettiği ekonomik alanlar, II. Dünya Savaşı'nın ardından, Amerikan işgal kuvvetleri tarafından ailelerin kontrolü ve tekelinden alındı. Ailelerin firmalarına dokunulmadığından, bu firmalar, Japon ekonomisinin yeniden kurulmasını sağladılar. 1956'dan sonra firmalar, etkilerini hızla artırarak endüstri ve bankacılığı da kontrollerine aldılar. Soğuk Savaş'ın yeni başladığı bu dönemde ABD de, Pasifik bölgesinde Japonya'yı müttefik olarak kazanmak için Japon ekonominin yeniden kurulmasına aktif katkıda bulundu ve o dönemde ABD'den Japonya'ya büyük bir teknoloji transferi gerçekleşti.

Savaş sonrası Japon ekonomisinin kuruluşunun asıl dinamiğini, savaş öncesine dayanan özgün Japon sosyo-ekonomik yapısına bağlamak en doğrusu olacaktır. Yatırımların gözü kara bir şekilde yürütülmesi, savaş sonrası eğitim seviyesinin bilinçli bir şekilde hızla yükseltilmesi(Türkiye'de tersi olmuştur), Amerikan teknoloji transferi, ekonominin belli alanlarda yabancı yatırımcılara tamamen kapatılması, beşyıllık (ve yedi yıllık) planlı ekonomiye öncelik verilmesi ve dolaylı vergiler konulması, ekonomin hızla gelişmesini sağlamıştır. En ilginci, Japon aile firmalarının yatırımlarını 'kısa sürede yüksek kâr elde etmek' amacıyla yapmamalarıdır.

Bu dönemde, günümüz Japon ekonomisinin temel eğilimi de ortaya çıkmıştır: Dışarıdan hammadde alıp Japonya'da üretmek ve yurt dışına ihraç etmek. Japonya o günlerden beri, ihracatçı bir ülke olma özelliğini koruyor. Japon ekonomisinin en önemli diğer özelliği, ekonomi üzerindeki devlet kontrolüdür. Günümüzde iki kurum, ekonominin trendleri belirlemekte ve ekonomiyi yönlendirmekte etkili olmayı sürdürmektedir. Bunlar, adı eskiden MITI olan METI (Ministry of Economy, Trade and Industry) ile MoF'dur (Ministery of Finance).

"Japonlar niçin ve nasıl terakki etmişler?"

Samizâde Süreyya
13 Ağustos 1917, Kanlıca/Konstantiniyye


Japonlar, neden bu mertebe seri bir terakkiye mazhar olmuşlar? Bundan evvelki tarih dersinde şu noktayı mümkün mertebe tenvire çalıştık. Yazdıklarımız muhtasar bile olsa , kâri'ler belki bir muhbe, bir fikir edindiler. Bunu çok defa tavsiye ettim. Biz madem ki terakki daiyyesinde teali azminde bılunuyoruz, Japonları tetkik etmeli, Japonların esbab-ı terakkilerini araştırmalıyız. Bu o kadar güç bir şey değildir. Fakat istifademiz pek külliyetli olacaktır. Çünkü bizim bugünkü halimiz, Jaopnların ilk terakki devrindeki hallerine çok müşabihtir. Onlar çalıştılar fakat nasıl çalıştılar? Onlar her şeyin intizam tahtına girmesini temin için sarf-ı mesai ettiler. Bu nasıl oldu? Onlar, servet-i memleketi artırdılar, sanayi ve ticarete başka bir feyz, başka bir revnak bahşettiler, ulûm ve maarifi en büyük, en muhteşem şehirlerden tutunuz da en izbe, en tenha köylere varıncaya kadar neşr-ü tâmim eylediler.Fakat bütün bu muvaffakiyyat nasıl ve ne suretle elde edildi? İşte bir sürü sual ki cavapları bizim için ne rutbe faidelidir, ne derece nâfidir... (...)

Japonlar vatanperverdirler; öyle doğarlar, öyle büyürler. Bu hususta ebeveynin masâisi kabil-i inkar değildir. Kilkaten mağrur oldukları için, daima terakki ettiğini, ordularının satvet-i cihangiranesini her milletin tasdik eylediğini görmek isterler. Japonlarda meknûz olan hiss-i gururun menşei, mâbudlar neslinden geldiklerine olan itikattır. Garibi şu ki, ulûm ve maarifin bir derece terakkisine, efkar-ı medeniyyenin bu mertebe taammüm ve intişarına rağmen bu itikatta hâlâ musırdırlar. Yalnız şu fark var; amma-yı gurur Japonları görmekten men etmiyor ve bunlar o gurur-ı millinin verdiği taze kuvvet ile -daha ziyade mağrur olmak için çalışıtorlar, çalışıyorlar.

Bir Japon ataleti sevmez, boş durmaktan haz etmez. Bu faziletlerine zamimeten kanaatkardır da, iktisada ise son derece dikkat eder Esasen bir Japonun hayatı pek basittir. Evlerinin tezyinatı çok sadedir. (...) Öyle bizim bildiğimiz kıymetdar oda takımları, Maroken koltuklar, atlas şezlonglar, cevizden mâmul kütüphaneler, şık çerçeveli aynalar, hülasa bütün bu altın düşmanı müzeyyenat yoktur.

Ma'işet cihetine gelince, Japonlar alel-ekser pirinç, balık ve biraz da sebze ile karınlarını doyururlar. Kukletler, biftekler, baklavalar, irmik helvaları, kuzu dolmaları, daha bilmem neler Japonların meçhulüdür. (...)

Eğlenceye gelince, Japonlar alel-umum tabiattan hoşlanırlar. Kırlarda gezmek, o latif krizantem bahçeleri arasında dolaşmak, kiraz ağaçları altında kır alemi yapmak Japonların en büyük eğlencesini teşkil eder. japonya'da kiraz ağaçlarının çiçekleri pek hoştur, rengi kırmızı, heyet-i mecmuası latiftir. İşte bu alemdir ki, Japonları şair eder. (...)

Tabiatın ilhamâtı Japonları hakiki sadeliğe, tabiiliğe pek çok yaklaştırmıştır. Japon sanatı -her türlü tekemmülatıyla- bugün gayet sadedir ve sadeliğiyle beraber gayet güzeldir, çünkü tabiidir ilâ-ahire demiştik.

Görülüyor ki Japonlar, eğlence hususunda muktesittirler. Avrupalılar gibi, Amerikalılar gibi operalara, tiyatrolara, konserlere altın saçmazlar. Muaşakaları bile tabii ve sadedir. Gerçi Japonların kendilerine mahsus tiyatroları, kendilerine mahsus sazları ve sazendeleri vardır. Fakat bunları görmek ve dinlemek için bir Japon, -Avrupa'da olduğu gibi- külliyetli para sarf etmez, sarf etmek ihtiyacı hissetmez ve bütün bunlardan ziyade onu eğlendiren güzel bir Krizantem, hoş bir manzaradır. (...)

Japonlar, medeniyyet-i garbiyyenin intişarına bidayet-i emrde muarız görünmüşler, Avrupalılar'la temasda büyük tehlikeler tevehhüm etmişlerdir. Hatta tarih bahsimizde de görüleceği üzre Avrupalılar ile muahedeler akd eden rical-i hükümete pek çok tarizatta bulunmuşlar, ihtilâle bile kıyam etmişlerdir. Onlar böyle bir reh-i nâ-hemvâra sevk eden esbâb ve avâmil nedir? Japonlar neden bu yeni hayatı sevmiyorlar veyahut sevmek istemiyorlardı? Çünkü onlar öyle zannediyordu ki, Avrupalılar ile temasta bulunur bulunmaz vatanları elden gidecek, kendileri de ribka-i esâret altına girecekler. Henüz garb medeniyyetinin neden idâret olduğunu anlayamamışlardı. Binâenaleyh fevâidini takdir edemiyorlardı. Fakat bildiğimiz gibi elîm mecburiyetler karşısında bulundular. "Ya bu deveyi gütmeli, ya da bu diyardan gitmeli" darb-ı meseli aynen kendilerine sâdık oldu. Netice itibarıyla devenin güdülmesine karar verildi. Fakat bî-tarafâne söylemek icab ederse denilebilir ki, deveyi cidden âkilene ve hâkimane bir surette güttüler. Bu karar verildikten sonra görülür ki, Japonlar hiçbir hususta taassup göstermediler. Çünkü garb medeniyyetinin tatbikiyle memlekette yeni bir eser-i hayat uyanmaya başlamıştı. Kâhinler ve rüesâ-yı rûhaniyye bile yeni medeniyeti alkışlıyorlar, memleketlerinin fevz-u felâhını gördükçe ahaliyi teşvik bile ediyorlardı. (...) Esasen Japonlar, taassup nedir bilmezler. Taannüd ve taassup göstermediler. Bir şey ki iyidir, tatbîkatından faideler melhuzdur, derhal onu aldılar ve hayat-ı içtimaiyyelerine, hayat-ı medeniyyelerine uydurmaya çalıştılar. "Buddha buna muarızdır" yahut "Bu şey dinimizle taban tabana zıttır" gibi gülünç fikirlerde bulunmadılar. Esasen Japonlar felsefeden pek çok hoşlanmazlar. Onlar pratik bir millettir. Nazariyyat ile hiç alakaları yoktur. Çam sakızı gibi bir fikre saplanıp kalmazlar. Bugün Japonya'da felsefenin terakki edemeyişi ve filozof yetişmeyişi sırf bu sebeplerden ileri geliyor. (...)

Maamafih Japonlar, garbın alel-ıtrak her şeyini taklit ve tatbik etmiyorlardı. Mesela bir Japon İngiltere'nin Oxford veyahut Amerika'nın Kolombiya Darülfünûnun'da on sene okuduğu ve hayata mümkün mertebe alıştığı halde memleketine avdet eder etmez derhal üzerindeki Avrupa kostümünü atıyor ve kendi milli kimonosunu büyük bir ibtihaç ve sürûr ile giyiyordu. Çok dikkat ettim, müddet-i medîde Avrupa memleketlerinde yaşamış bir Japon ile Japonya'dan hiç dışarı çıkmamış diğer bir japon'un etvâr-u harekâtı, tarz-ı telebbüsü birbirinden farksız.

Ne şayan-ı gıpta halet-i rûhiyyedir; bir Japon Avrupa'dan memleketine avdet ettiği zaman daima büyük bir nefes alır. (...) Gittiği yerlerde temessül değil temsil etmiş, milliyetinin kendisine ait olan kısmını muafaza etmiştir. Hiçbir zaman Avrupalılaşmayı hatır-u hayaline getirmemiş, beyhude şeylerle uğraşmamıştır. Onun yegane gayesi, yegane emeli, kendisini ilmen, fennen teçhiz etmek ve avdetinde memleketini müstefid kılmaktır. Frenkleşmek daiyesinde bulunan tek bir Japon yoktur ve olamaz. Böyle nadide ve cidden şayan-ı gıpta zihniyet taşıyan bir millet her halde şayan-ı takdir ve taklittir. (...)

Japonlar'ın neden bu kadar seri bir şekilde terakkiye mazhar olduklarını muhtasar bir surette izaha çalıştık. Ümit ederiz ki maksat hasıl oldu ve kâriler de bu hususta bir fikir edindiler. Şimdi bu kavmin terakkisini temin eden esbabı icmal edelim;

Gurur-ı millinin bahş ettiği azim ve kuvvet.

Atâlete olan gayz-u nefret.

Hilkaten kanaatkar oluşları.

Hayatın ucuzluğu, tezyinatın ehveniyyeti.

Tabiata olan meclubiyyet, hevâ-perestane ezvâka adem-i rağbet.

Efkar-ı medeniyyenin, terakkiyyat-ı asriyyenin mevani-i dîniyye ve ananeviyyeye maruz kalmaksızın serian inkişaf ve intişarı.

Hükümetin erbab-ı istidat hakkında teşvikârâne bir siyaset takip edişi.


Samizade Süreyya'nın Eylül 1917'de İstanbul'da yayımlanan "Day Nippon / Büyük Japonya" adlı kitabından.