14 Kasım 2008 Cuma

Şahin Alpay / Ekonomik kriz: Japonya bu filmi görmüştü

Japonya Ekonomik Araştırmalar Merkezi Başkanı Akira Kojima'ya göre LDP'nin 1993'ten bu yana gerileme eğilimine girmiş olmasının iki temel nedeni var.

Birincisi, 1994 yılında yapılan (temsilcilerinin yarısının tek adaylı dar bölgeden çoğunluk sistemiyle, yarısının çok adaylı seçim bölgelerinden nisbi temsil sistemiyle seçilmesini öngören) seçim kanunu değişikliğinin yol açtığı LDP'deki hizipler arası kavgaların partinin kamuoyu nezdindeki itibarına ağır bir darbe indirmesi. İkincisi, 2001 - 2006 arasında başbakan olan Junichiro Koizumi'nin Japonya Posta Servisi'ni özelleştiren kanunu, 2005 seçimlerini büyük farkla kazanarak parlamentodan geçirmesi. Böylece LDP içindeki hiziplerin patronaj politikalarında kullandıkları temel araçtan yoksun kalmaları.

2007 itibarıyla özelleştirilen Japonya Posta Servisi, 400 bin çalışanı ile ülkenin en büyük işvereni konumundaydı. Devlet memurlarının üçte biri bu kuruluşta çalışıyordu. Japon hanehalkı tasarruflarının % 25'ini toplayan Japonya Posta Bankası dünyanın en büyük tasarruf mevduatına sahipti. Koizumi ve destekçilerine göre Posta Servisi, devasa bir patronaj ve yolsuzluk kaynağı haline gelmişti. Kimse bunu başarabileceğine inanmıyordu ama Koizumi, kamu harcamaları ve borçlarındaki artışı dizginlemek, kamu maliyesini dengede tutmak için şart gördüğü posta özelleştirmesini, partisi içinden gelen muhalefete rağmen doğrudan halkın desteğini alarak gerçekleştirdi.

Uzun saçları, açık sözlülüğü ve renkli kişiliğiyle Japonya'nın son yıllarda gördüğü en popüler politikacı olan Koizumi, ekonomide liberal, siyasette milliyetçi görüşleriyle tanınıyordu. Irak'taki koalisyon kuvvetlerine katkıda bulunarak, 2. Dünya Savaşı sonrasında yurtdışına Japon askeri gönderen ilk lider oldu. Savaş suçlusu olarak idam edilmiş olanlar dahil 2. Dünya Savaşı'nda ölen generallerin gömülü olduğu Tokyo'daki Yasukuni Tapınağı'nı her yıl ziyaret ederek, Çin ve Güney Kore ile gerginliklere yol açtı. 2006 Eylül'ünde başbakanlıktan istifa ettikten sonra, geçen eylül ayında da önümüzdeki seçimlerde aday olmayıp siyaseti bırakacağını açıkladı. 66 yaşındaki Koizumi'nin siyasetten ayrılma kararını LDP'nin yıldızının sönmekte oluşunun başka bir işareti olarak yorumlayanlar var (Japan Times, 26 Eylül). halen Uluslararası Kamu politikaları araştırma Merkezi'nin başkanı olan Naoki Tanaka'ya göre ise Koizumi'nin bu kararı sadece yeni nesillere yol açma isteğinden kaynaklanmakta.

1992-2002 arasında on yıl süren ekonomik durgunluk sonucunda Japonya'nın dünya GSMH içindeki payı 1994'te % 18 dolayından 2007'de % 8'e kadar geriledi. Aynı dönemde Japonya kişi başına düşen gelir açısından OECD ülkeleri arasında 2. sıradan 18. sıraya indi. Yaşanan durgunluğun nedeni neydi? Tıpkı şimdilerde ABD gibi Japonya da 1990'ların başında, esas olarak batık kredilerden kaynaklanan ve ekonomiyi felç eden bir finans krizine sahne oldu. En saygın mali kuruluşlardan bazıları iflas etti. Sonunda Japon hükümetinin, tıpkı bugün ABD yönetiminin yapmak zorunda kaldığı gibi, finans kuruluşlarını ayağa kaldırmak amacıyla ekonomiye müdahale etmesi zorunluluğu doğdu.

Japon medyasında Japonya'nın 1990'ların sonunda yaşadıkları ile ABD'nin 2000'lerin sonunda yaşadıkları arasında paralellikler kuruluyor, "biz bu filmi görmüştük" yorumları yapılıyor. Bir farkla: ABD'nin (ve AB'nin) krize müdahalede ancak birkaç ay gecikirken, Japonya'nın banka ve finans kuruluşlarını kurtarmak için büyük çapta müdahaleyi 8 yıl gecikmeyle gerçekleştirmesinin kayıp on yıla mal olduğu üzerinde duruluyor. (Bkz. Martin Fackler, "Been there, done that: Japan's bailout journey", Asahi Shimbun, 10 Ekim 2008.)

1992 - 2002 arasındaki on kayıp yıl, yalnızca Japon ekonomisinde değil toplumunda da ağır yaralar açtı. Çalışanlara iş güvencesi sağlayan "ömürboyu istihdam" geleneği büyük ölçüde son buldu. 1980'de yılda 20 bin dolayında olan intihar vakaları, 2002'de 35 bine kadar yükseldi. Bugün Japonya, Baltık cumhuriyetleri, Rusya, Macaristan ve Slovenya'dan sonra intiharların en yaygın olarak görüldüğü ülke.

Ancak kayıp yıllar geride kaldı. 2003-2007 arasında Japon ekonomisi ortalama % 2,1 oranında büyüdü. İşsizlik oranı 2002'de % 5,5'ten, 2007'de % 4'ün altına indi. 2002'den bu yana Asya ülkelerine ve özellikle Çin'e yapılan ihracat, ekonomideki büyümenin itici gücü oldu. ABD'den kaynaklanan kriz patlak verene kadar 2002-2012 arasında büyümenin yılda ortalama % 2,4 oranında gerçekleşmesi bekleniyordu. ABD'den başlayıp AB'yi de sarsan farklı ölçülerde bütün dünyayı etkileyen mali krizin, Japonya ekonomisi üzerinde olumsuz bir etki yapması kaçınılmaz görünüyor.

Ancak Japonya'nın bankacılık ve sigortacılık sistemi bu krizden etkilenmeyecek kadar güçlü. Tanınmış iktisatçı Naoki Tanaka'dan öğrendiğime göre Japon bankaları Amerikan banka ve finans kuruluşlarında büyük hisseler satın almakta: Nomura Bankası Lehman Brothers'da, Mitsubishi Bankası Morgan Stanley'de, Mitsui Bankası Goldman Sachs'ta ve Mizuko Bankası Meryll Lynch'de pay sahibi oldular. Nikkei gazetesinin hesaplarına göre toplam 570 milyar dolar nakit paraları olan Japon şirketleri, kriz sonucu hisseleri ucuzlayan Batılı firmaları devralmakta. Son yıllarda rekor kârlar elde eden ama yavaşlayan iç piyasalarla karşı karşıya kalan Japon şirketleri, yabancı firmalarda sadece bu yıl 57 milyar dolarlık hisse satın aldılar. (The Economist, "Japan's cash-rich companies are buying up foreign firms / Japonya'nın zengin şirketleri yabancı firmaları satın alıyor", 2 Ekim 2008)

ESAS KAYGI: AZALAN VE YAŞLANAN NÜFUS

Japonların ekonominin geleceğiyle ilgili esas kaygısı, nüfusun giderek azalmakta ve yaşlanmakta oluşu. 2005'te 128 milyon olan nüfusun 2055'te 90 milyona, çalışma çağında olan (15-64 yaş arası) nüfusun aynı dönemde 84 milyondan 46 milyona ineceği hesaplanıyor. İktisatçılar nüfusun hızla yaşlanması yanında çevre kirliliğinin doğurduğu sorunların aşılmasına yönelik teknolojik yeniliklerin Japon ekonomisinin geleceği bakımından taşıdığı büyük önem üzerinde duruyorlar. (Bkz. Hiroshi Yoshikawa, "Japan's Lost Decade: What Have We Learned and Where are We Heading? / Japonya'nın Kayıp On Yılı: Neler Öğrendik ve Nereye Gidiyoruz?", Asian Economic Policy Review, December 2007, pp. 186 - 2003.)

Bir önceki Fukuda hükümetinin kurduğu, Akira Kojima'nın da üyesi olduğu komisyon Japon ekonomisinin geleceği üzerine bir rapor hazırladı. "Küresel Ekonomiyle Yaşam: Japon Ekonomik Sisteminin Yeniden Kurulması" başlığını taşıyan rapor, 1993-2008 arasında kurulan kısa ömürlü hükümetlerin Japonya'nın ihtiyaç duyduğu köklü reformları başaramadığının, siyasilerin temel sorunlarını tartışmaktan uzak kaldıklarının altını çiziyor.

Yirmi yıl önce hazırlanan reform önerileri, yabancı ülkelere Japon doğrudan sermaye yatırımlarının teşvik edilmesini ve ihracat sanayilerinin bu ülkelere kaydırılmasını öngörüyordu. Bu rapor ise tam tersine Japonya'nın kendisini bir "Açık Platform" olarak yeniden şekillendirmesini, böylelikle dış dünyadan yeni fikirler, yeni teknolojiler, yeni yetenekler, nitelikli insan gücünü cezbedebilecek hale gelmesini öneriyor. Rapora göre, eğer Japonya eski sistemlerine tutsak kalacak olursa, kendini ekonomik bakımdan yenileyemeyecek. Yaşlıları geçindirme yükü genç nesillerin omuzlarına yıkılacak olursa, kuşaklar arası çatışmalar kaçınılmaz bir hal alacak. (Akira Kojima, "Global Change and Japanese Reform / Küresel Değişim ve Japonya'da Reform", Japan Echo, October 2008, pp. 48-50.)

Japonya, hayli homojen bir toplum olduğu gibi, hayli dışa kapalı olan bir toplum. Japonya'da yaklaşık 2 milyon yabancı yaşıyor. Japonya % 1,3 oranıyla OECD ülkeleri (yani gelişmiş sanayi ülkeleri) arasında en düşük oranda yabancı barındıran ülke. Bunların dörtte üçünü başta Koreliler ve Çinliler olmak üzere Asyalılar oluşturuyor. Beşte bir dolayındaki ikinci büyük grup ise Güney Amerikalılar, yani 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Güney Amerika'ya göç eden Japonların ("Nikkei" olarak anılan) ikinci kuşağı.

Japonya yabancıları vatandaşlığa kabulde (Portekiz'den sonra) dünyanın sondan ikinci gelen ülkesi. Japonya nüfus başına, yabancılara Almanya'ya nazaran 21, Fransa'ya nazaran 24, ABD'ye nazaran 28, Belçika'ya nazaran 54 ve Kanada'ya nazaran 60 kat daha az yurttaşlığa kabul eden ülke. Öte yandan Almanya bile Japonya'ya nazaran kişi başına 1000 kat daha fazla mülteci kabul ediyor. (Japan Reference, "Foreigners in Japan", 31.7.2005)

Ne var ki azalan ve yaşlanan nüfus, Japonya'yı göçmen işgücü kabule zorluyor. İşadamları Federasyonu (TÜSİAD'ın karşılığı olan Nippon Keidanren), 14 Ekim 2008 günü yaptığı açıklama ile sağlıktan imalata, tarımdan inşaata birçok alanda göçmen işçi kabul edilmesi için çağrıda bulundu. Geçen haziran ayında LDP'nin hazırladığı bir rapora göre de Japonya'nın önümüzdeki 50 yılda 10 milyon göçmen kabul etmesi gerekecek (Japan Times, 15 Ekim).

Bu yönde bir ilk adım olarak, Filipinler ve Endonezya ile imzalanan ekonomik ortaklık anlaşmaları uyarınca bu ülkelerden birkaç yüz dolayında sağlık personeli Japonya'ya kabul edildi. Ancak söz konusu personelin Japonya'da çalışma izni alabilmelerinin şartları hayli ağır: Önce Japonca öğrenecek, sonra meslek sınavından geçecekler. Dört yıl içinde bunu başaramazlarsa ülkelerine geri dönecekler. Anlayacağınız Japonya, Almanya'nın 1950'lerde başladığı işgücü "ithalatına" ancak yeni yeni adım atıyor.

EĞİTİM REFORMLARI BAŞARISIZ

1987'deki ilk ziyaretimde Japonya eğitim alanında tarihindeki üçüncü büyük reform hareketini başlatmıştı. Parlamentoda kurulan özel komisyon, reformun amaçlarını şu noktalarda topluyordu: Eğitimde tektipçilikten, "birörneklik belası"ndan kurtulmak ve öğrencilerin kişiliklerine ve yeteneklerine uygun bir şekilde eğitilmelerini sağlamak. Öğrenme merakını, düşünme yeteneğini ve yaratıcılığı köstekleyen, ezbere dayalı öğretime son vermek. Bunun için eğitim sisteminde aşırı merkeziyetçiliğe son vermek, kurallara esneklik getirmek, yerel yönetimlere daha çok yetki tanımak, özel okulların açılmasını teşvik etmek. Liselere ve üniversitelere girişte öğrencileri yaşadıkları aşırı rekabetçi "sınav cehennemi"nden kurtarmak...

Koizumi'nin başdanışmanı Naoki Tanaka'ya, yirmi yıl önce başlayan eğitimde reform hareketinin ne denli başarılı olduğunu sorduğumda aldığım cevap şaşırtıcıydı. Tanaka, "Tam bir başarısızlık!.. Japonya postmodern çağı yakalamakta başarı sağlayamadı!.." diyordu. Japon eğitimi modern çağa takılıp kalmıştı. Öğrencilerin farklı kişilik ve yeteneklere sahip olduklarını görmezden geliyor, hâlâ merkeziyetçi yapısıyla tektip bir eğitim veriyor, birörnek insanlar yetiştirmeyi hedefliyordu. Bu durum öğrenciler ve aileleri bakımından büyük sorunlar doğurmaya devam ettiği gibi, işdünyası bakımından da hayli olumsuz sonuçlar veriyor, Japon şirketleri yeni sanayilerin ihtiyaç duyduğu nitelikte eleman bulmakta güçlük çekiyorlardı.

Aynı soruyu uluslararası yazarlar birliği PEN örgütünün Japonya şubesi yönetim kurulu üyesi, tanınmış yazar ve gazeteci Shinobu Yoshioka'ya da sordum. Ona göre de eğitim reformu lafta kalmıştı. Okullar toplumdan soyut olarak tasarlanıyordu. Okullarda verilen eğitim, küreselleşmeyi adeta bir tehdit olarak algılıyor; Japonların dünyada birden fazla tarih ve kültür olduğunun bilincine varmalarına, dünyayla bütünleşmesine engel oluyordu. Son yüzyılın tarihi doğru dürüst okutulmuyordu. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Japon toplumu dış dünyaya bakmayı, özellikle Asya'yı unutmuştu.

Japonya'da ilk ve ortaöğretim 12 yıl sürüyor: 6 (ilkokul) + 3 (ortaokul) + 3 (lise). İlk 9 yıl zorunlu. 3 yıllık, zorunlu olmayan liseye devam oranı da % 100'e yakın. İlk ve ortaöğretimde % 100 ve yükseköğretimde % 50'nin üzerindeki oranlarla, okullaşma bakımından Japonya eğitim süperdevleti olmaya devam ediyor. 2002 yılından itibaren zorunlu öğretimde yeni bir ders programı uygulanmaya başladı. Ders yükü % 30 oranında hafifletildi. Öğretimin ders kitapları kullanılmadan yapıldığı sınıflar denenmeye başladı. Böylelikle müfredat hafifletildi, ezber azaltıldı, öğrencilere daha geniş serbest zaman bırakıldı. Ne var ki, (Japonya'nın Başbakanlık Müsteşarlığı diyebileceğimiz) Kabine Ofisi'nden Genel Direktör Yardımcısı Itsuşi Taçi bana bu reformların eğitimin kalitesini yükseltmede yetersiz kaldığını anlattı. Taçi'ye göre, eğitim sisteminde daha çok yerelleşme ve özelleşmeye gereksinim var.

Japon eğitim reformuyla ilgili araştırmaların dikkat çektiği hususlar arasında şunlar var: Katılığıyla ünlü Eğitim Bakanlığı bürokrasisi reformlara uzun yıllar direndikten sonra, 1996-97'da Başbakan Ryutaro Haşimoto'nun Eğitim Reformu Programı'nı kabul etti. Program "öğrencilerin kişiliklerini geliştirmelerine ve onlara farklı seçenekler kazandırmaya" hizmet edecek, eğitim sistemi "okulların özerkliğine saygı gösterecek," ana babaların okul seçme özgürlüğünü genişletecek şekilde düzenlenecekti. Ne var ki bakanlık bürokratları, yetkileri güvendikleri yerel bürokratlara devretmeye razı oldular, ama kapsamlı reformları engellediler. (Keith A. Nitta, "The Politics of Structural Reform", Routledge, 2006, pp. 106 - 133.)

11.11.2008, ZAMAN