13 Kasım 2008 Perşembe

Şahin Alpay / Japon gözüyle Türkiye


Geçen gün çok hoş bir şey oldu; on yıldır görmediğim bir Japon ahbabım ziyaretime geldi. Hal hatır sormalardan, aradan geçen on yıl zarfında neler yaptığımızı birbirimize anlattıktan sonra, tabii kendisini soru yağmuruna tuttum.

Tabii ki ana soru, on yıl sonra Türkiye'yi nasıl bulduğuna dairdi. Uzun yıllar Türkiye'de bir Japon şirketi için çalışan ve bu arada çok iyi de Türkçe öğrenen Japon dostumun biraz düşündükten sonra ilk söylediği şunlar oldu: "İstanbul çok pahalılaşmış... Hele emlak fiyatları inanılmaz... İstanbul'da küçük bir daire satın almayı düşünmüş, ama yapamamıştım. Şimdi binbir pişmanım..." İstanbul'la ilgili öteki gözlemlerinin ne olduğunu sorunca şunları söyledi: "Tüketim eskiye göre çok yükselmiş. İstanbul artık gelişmekte olan bir ülke gibi değil. İstanbullular arasında gelişmiş ülke davranışlarının hakim olmasına az kalmış. Fakat o treni kaçıranların sayısı da az değil." Sonra ekledi: "Türkiye'nin parasını ucuz tutup ihracata destek vermesi gerekirken, serbest kur politikasıyla aksini yapmasını aklım almıyor, şaşırıyorum..."

Sıra, kaçınılmaz olarak politik konulara gelince şu yorumlarda bulundu: "3 Ekim 2005'e kadar Türkiye çok parlak bir reform performansı gösterdi. Sonra sanki enerji tükendi. TÜSİAD son haftalarda gündeme gelen laiklik konusundaki kutuplaşmaya 'gereksiz gündem' demekte çok haklı. TÜSİAD, AB yolunda AKP'yi destekliyor, AKP de AB yolunda yürüyerek güçleniyordu. Ama sanki şimdilerde hükümetle işadamları arasındaki denge bozulmaya başladı. Sanki AKP'nin üzerinden çıkardığı 'Milli Görüş gömleği' kıyısından göründü... Buna mahal bırakmasa, yolsuzlukların üzerine gitse AKP hükümeti bence daha da çok puan toplardı."

Türkiye'nin son yıllarda AB üyeliği için verdiği çabalar hakkında ne düşündüğünü sordum. Şöyle dedi: "Türkiye'yi 1978'den beri tanıyorum ve çok seviyorum. Türkiye'yi sevdikçe de, itiraf edeyim ki, bazen kendi kendime soruyorum: Neden AB? Türkiye zengin, üretken bir ekonomiye sahip. Bu bölgede Türkiye kadar üreten bir ülke daha yok. Türkiye dünyanın en çalışkan, en becerikli işgücüne sahip. Çalıştırmasını, yönetmesini bilirseniz Türk işçisinden daha iyisi yoktur. Türkiye'de üretilen Japon otomobilleri 'sıfır hata' ile üretiliyor; Japonya'da üretilen otomobillerle aynı kalitede... Japon şirketleri artık Türkiye ile AB'yle bütünleşme yolunda olduğu için ilgilenmiyorlar. Türkiye ile bir yanda Balkanlar ve Kafkasya, öte yanda Orta Asya ve Ortadoğu'nun merkezinde, müthiş dinamizmi olan bir ülke olarak gördükleri için ilgileniyorlar... Türkiye genç ve çalışkan nüfusuyla büyüyor ve büyüyecek. AB'ye neden üye olunmak istendiğini anlıyorum tabii; özgürlükler, demokrasi yerleşecek, piyasa ekonomisi güçlenecek... Evet, bunlar önemli. Ama, Türkiye'nin AB karşısında bazen 'Ne olur bizi alın' gibi bir tavır içinde olmasını, doğrusu yadırgıyorum. Yoksa Türkiye'nin dış politikasına hayranım. Türkiye, yeri gelince Amerikalılara da, Avrupalılara da 'hayır' demesini biliyor. Kendi ulusal çıkarlarını izliyor."

Japon dostumun, yeniden buluşmak temennisiyle yanımdan ayrılmadan önceki son sözleri şunlar oldu: "Şahin Bey, ne kadar şanslısınız... Ne güzel, bir yandan üniversitede çalışıyor, öte yandan basında yazıyorsunuz. Üstelik Bahçeşehir Üniversitesi bu muhteşem İstanbul Boğazı'nın hemen kıyısında. Size gıpta ediyorum... Ben hemen hemen bütün dünyayı dolaştım. Dünyada İstanbul'dan daha güzel bir şehir yoktur. İstanbul'da da Boğaz'ın kıyısından başka yerde oturmak olmaz..."

Japon dostum gittikten sonra, yüreğimin adeta kanatlandığını hissettim. Son günlerde üzerime çöken kasvetli hava sanki birden dağıldı... Demek ki Uzakdoğu'dan, Japonya'dan Türkiye'ye bakınca görünen buydu... Uzun yıllar burada görev yaptıktan sonra Türkiye'den ayrılmakta olan bir Fransız dostumla yediğim veda yemeğini hatırladım. Dokunsan ağlayacak gibiydi: "Türkiye'yi çok arayacağım." dedi. "Burası Batı'nın ve Doğu'nun en iyi yönlerini birleştiren ülke..." Bazen tersini düşündürmese ne iyi olurdu.

ZAMAN, 13 Haziran 2006