14 Kasım 2008 Cuma

Şahin Alpay / Japonya'da medya sadece işini yapıyor

Japon yüksek öğrenimi 2004 yılında, üniversitelerin piyasa taleplerini karşılamasına dönük, köklü bir reform hareketine sahne oldu.

Öğrencilerin yaklaşık % 20'sinin devam ettiği devlet üniversiteleri Eğitim Bakanlığı'ndan bağımsız hale geldi; öğretim üyeleri devlet memuru statüsünden çıkarıldı ve iş güvencelerine son verildi. Üniversite yönetim kurullarına akademik personel dışından da atamalar yapılır hale geldi. Yönetim kurulları tarafından seçilen rektörlere personeli işe alıp çıkarmada, bütçelerin hazırlanmasında, akademik programlarını düzenlenmesinde, hatta maaşları belirlemede geniş yetki tanındı.

2004 reformlarıyla gelen bir yenilik de, Japonya'da ilk kez kâr amacı güden, özel üniversitelerin kurulmasına izin verilmesi ve bu nitelikte iki yeni üniversitenin kuruluşu oldu. Öte yandan, üniversitelere yapılacak devlet yardımı akademik performanslarına bağlı hale getirildi. Öğrencilerin tercihlerine yardımcı olmak üzere üniversitelere öğretim ve araştırma performanslarını, mezunlarının işe girme oranları hakkında kamuya ayrıntılı bilgi verme zorunluluğu getirildi. Üniversitelerin şirketlerle ortak araştırma projeleri yapmalarına teşvikler getirildi. Daha önce araştırma geliştirme çalışmalarının çoğu üniversitelerden çok şirketler tarafından yürütülüyor ve Japon şirketleri işbirliği için yabancı üniversiteleri tercih ediyordu. İlk ve orta öğretimdeki yeni düzenlemelerin aksine, yüksek öğretimdeki bu reformlar toplumda olumlu karşılandı. (Roger Goodman, "Whither the Japanese University: An Introduction to the 2004 Higher Education Reforms in Japan," in J.S. Eades, et. al. The 'Big Bang' in Japanese Higher Education, 2005, pp. 1 - 31.)

MEDYA SÜPERDEVLETİ

Japonya okullaşma oranları açısından bir eğitim süperdevleti olduğu gibi, gazete ve dergi satışları itibarıyla da bir "Medya süperdevleti". 127 milyon nüfuslu Japonya'da toplam 70 milyon tirajlı 120 adet günlük gazete yayımlanıyor. Japonya 2005 yılı itibarıyla bin kişiye düşen 644 gazete ile dünyada (651 ile Norveç'ten sonra) en çok gazete satılan ülke. Dünyanın bütün büyük gazeteleri (bu arada Zaman) gibi Japon gazeteleri de (% 94 oranında) abonelik ve eve teslim yoluyla okura ulaşıyor.

Başlıca gazeteler, muhafazakar Yomiuri Shinbun (sabah baskısı 10 + akşam baskısı 4 milyon nüsha), liberal Asahi Shinbun (8,3 + 4 mn), liberal muhafazakar Mainichi Shinbun (4 + 1,7 mn) ile ekonomi gazeteleri Nikkei Shinbun (3 + 1,6 mn) ve Sankei Shinbun (2 + 0,6 mn). (Bkz. www.japanmediareview.com)

Japonya'da gazete, radyo ve televizyonlar, anonim şirketlerin mülkiyetinde. Yani Türkiye'de olduğu gibi herhangi bir ailenin denetiminde değil. Gazetelerin, radyo ve televizyon şirketlerinde % 20'nin üzerinde hisse sahibi olması kanunen yasak. Ancak bu yasağın dolaylı yollardan çiğnendiği biliniyor. Nitekim Yoimuri Shinbun, Kasım 2004'te yaptığı açıklamayla, pay sahibi olduğu 24 yerel tv ve 18 yerel radyo istasyonu olmak üzere toplam 42 medya şirketinden 12'sinde hisse sınırını aştığını ve bunları devredeceğini açıkladı. (IHT/Asahi Shimbun, 13.11.2004)

Japonya'nın hükümetlerin kurulmasında ve devrilmesinde rol oynadığı ileri sürülen en güçlü medya şahsiyeti, Yoimuri Şinbun'un yönetim kurulu başkanı, genel yayın müdürü ve aynı zamanda gazetenin sahibi olduğu Yomiuri Giants beyzbol kulübünün başkanı olan, 82 yaşındaki Tsuneo Watanabe. Watanabe, 1950 yılında gazeteye siyasi muhabir olarak girdikten sonra güçlü siyasilerle yakın ilişkiler kurarak adım adım yükseldi ve 1991'de gazetenin en tepe yöneticisi oldu. Bu arada Yoimuri ile yan kuruluşlarında hatırı sayılır ölçüde hisse elde etti. Anlayacağınız Watanabe, bizim "gazeteci" olma iddiasında olan medya patronlarından farklı olarak, muhabirlikten hissedarlığa yükselmiş. Gazetelerini kendilerinin ve ailelerinin reklam aracı olarak kullanan bizdeki kimi görgüsüz medya patronları ve yöneticilerinden farklı olarak Watanabe, iki yıl öncesine kadar da hiç kamuoyunda görülmemiş. Onun için New York Times ondan "Gölge Şogun" olarak söz ediyor (NYT, 11 Şubat 2006).

Uzun yıllar gazetesinin yaptığı yayınlarla milliyetçiliği körükleyen Watanabe, 1994'te 1947 tarihli Japonya'ya savaşı yasaklayan anayasa maddesinin değiştirilerek, hükümete savaş ilan yetkisi verilmesini önermiş. Aynı Watanabe 2006'da birden fikir değiştirmiş. Başbakan Koizumi'nin Yasukuni Tapınağı'nı ziyaret etmesini ve yükselen milliyetçiliği eleştirmeye başlamış. Japonya'nın "2. Dünya Savaşı'nda işlediği suçlarla yüzleşmediği takdirde" olgun bir devlet olamayacağını ileri sürmüş. (Bkz. Financial Times, 27 Aralık 2006) Watanabe, insanların 80'inden sonra da olsa, yanlışlardan dönme yeteneğine sahip olabileceklerine işaret ediyor olmalı.

Son yıllarda televizyon, toplumun ana haber kaynağı olma vasfı açısından gazeteleri geride bırakmış durumda. İstatistiklere göre Japonların % 95'i her gün TV izliyor. Yirmi yıl önce ziyaret ettiğim Japonya ile bugünkü Japonya arasındaki en önemli fark, herhalde cep telefonu ve internetin gelmiş olması. 1998'de 6 yaş ve üzeri nüfusta internet erişimi yalnızca % 11 dolayındayken, 2007'de bu oran % 75'e, 10 - 40 yaş grubunda % 90'a ulaşmış bulunuyor. Kullanıcıların % 83'ü internete cep telefonu üzerinden ulaşıyor. (Bkz. Statistical Yearbook of Japan, 2008, s. 185.) Tokyo sokaklarında gördüğünüz hemen her Japon'un elinde internet erişimli cep telefonları var. İstatistiklere göre, Japonlar günde ortalama 88 dakika internete bağlı kalıyor; erkeklerde bu süre 98, kadınlarda 78 dakikayı buluyor. Bilgi edinme amaçlı internet kullanımı da ortalama 53, erkeklerde 60, kadınlarda 45 dakika.

Japonya'da medyanın küreselleşmesi olayı görülmüyor. 1990'ların başlarında Rupert Murdoch TV Asahi'nin yüzde 20 hissesini satın alması, Amerikan savaş gemilerinin 1853'te Japonya'yı ticarete açmaya zorlamak için Tokyo körfezine demir atmalarına benzetiliyor. Ve Murdoch bir yıl sonra TV Asahi'deki hissesini satıyor.

Japon televizyon piyasasında en önemli oyuncu, kamu yayın kuruluşu (yani, bizim TRT'nin muadili olan) NHK. NHK dünyanın en özerk kamu yayıncı kuruluşlarından biri olarak niteleniyor. Ancak Japon siyasetinin hakim partisi LDP'nin gayri resmi yollardan NHK'nın editoryal bağımsızlığını kısıtladığı ileri sürülüyor. Japonya'da basın özgürlüğü anayasa güvencesi altında, herhangi bir basın kanunu bulunmuyor. Ancak radyo ve televizyon yayınları kanunla düzenleniyor ve İçişleri Bakanlığı tarafından denetleniyor. Medya araştırmacılarına göre hükümet ve şirketler eleştirel habercilikten uzak durması için medyaya çeşitli yollardan baskı yapmakta. (Barbara Gatzen, "Japonya'da Medya Mülkiyeti ve Demokratik Tartışma", Open Democracy, Feb 13, 2002.)

DEPREM ÖNCE TOKYO'DA MI, YOKSA İSTANBUL'DA MI?

Bilindiği üzere Japonya depremlerin en sık meydana geldiği ülke. Sadece 2005 yılında Japonya ve çevresinde, çoğu hissedilmeyen 130 bin yer sarsıntısı kaydedildi. Tıpkı İstanbul'da olduğu gibi, Tokyo'yu da kapsayan, Pasifik Okyanusu kıyısındaki Tokai bölgesinde her an 8 richter şiddetinde bir büyük deprem bekleniyor.

Tokyo'ya gidip Japonların deprem hazırlığı konusunda neler yaptığını öğrenmemek olmazdı. Bu amaçla gitmeden önce Japonya'nın önde gelen deprem bilimcilerinden Tokyo Teknoloji Enstitüsü, Yer ve Gezegen Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Yoşimori Honkura ile yazıştım. Uzun yıllardır Kandilli Rasathanesi'ndeki Türk meslektaşlarıyla ortak araştırmalar yapan Prof. Honkura beni Japonya Meteoroloji Ajansı'na (JMA) ve orada bulunan Japonya Deprem Erken Uyarı Sistemi merkezine götürdü.

JMA günboyu Japonya ve çevresindeki sismik faaliyetleri izliyor. Herhangi bir deprem meydana geldiğinde, merkezinin, şiddetinin ne olduğu ve tsunami tehlikesi olup olmadığı konusunda afet yönetiminden sorumlu makamlara, yerel yönetimlere ve halka derhal bilgi veriyor. Erken Uyarı Merkezi, gerekli bilgileri anında kamuya duyurmak üzere, devlet televizyon ve radyo istasyonlarıyla sürekli bağlantı halinde.

JMA ülkenin 600 dolayında noktasına yerleştirilmiş sismik sayaçlardan ve yerel yönetimlerle çeşitli araştırma kuruluşlarına ait 3 bin 300 istasyondan sürekli bilgi topluyor ve bir depremin vuku bulmasından sonra 2 dakika içinde yerini ve şiddetini tespit edebiliyor. 3 ve daha yukarı ölçekteki sarsıntıları derhal kamuoyuna duyuruyor. Tokai depreminin öncüsü olabilecek yer kaymalarını, bölgeye yerleştirdiği son derece duyarlı aygıtlarla sürekli izliyor. Depremlerin ne zaman olacağını kestirmek tabii ki Japonya'da da mümkün değil. Ancak bu aygıtlar sayesinde Tokai depreminin vuku bulmasından birkaç saniye öncesinde tespit edilebileceği umuluyor. (Earthquake and Tsunami: Monitoring and Information, Japan Meteorological Agency, Tokyo.)

Profesör Honkura'ya göre, Türkiye'de depremle ilgili bilgileri televizyon ve radyo istasyonları üzerinden derhal ilgili makamlara ve halka duyurabilecek, Japonya'dakine benzer bir hazırlığın bulunmayışı önemli bir eksiklik. Kendisine büyük depremin önce İstanbul'da mı, yoksa Tokyo'da mı olacağını sorduğumda, İstanbul depreminin daha yakın olabileceğini söyledi.

İSTİKBAL GÜNEŞTE

Japonya, enerji bakımından dışa bağımlı olan ülkelerin başında geliyor. Kullandığı enerjinin yaklaşık % 82'si ithal kaynaklara dayanıyor. 1970'lerdeki petrol krizlerinden sonra aldığı önlemler ile Japonya petrole bağımlılığını 1973'te % 77'den, 2006'da % 47'ye indirmiş. Bugün Japonya'nın kullandığı enerjinin % 47'si petrol, % 21'i kömür, % 15'i doğalgaz, % 11 nükleer ve % 3'ü hidrolik kaynaklı. Japonya enerjiyi en verimli kullanan ülkelerden biri konumunda. (Bkz. Statistical Handbook of Japan, 2008, p. 80.)

Tokyo'daki temaslarımdan biri de, Ulusal İleri Endüstriyel Bilim ve Teknolojiler Enstitüsü'nden, enerji uzmanı Dr. Koichi Sakuta ile oldu. Sakuta'ya göre, 2100 yılına gelindiğinde dünyada fosil yakıtlar (petrol, doğalgaz, kömür, vb.) kullanılmaz olacak. Uranyum kaynakları sınırlı olduğu için nükleer enerjinin de geleceği yok. Füzyon teknolojisine (atomların parçalanmasına değil birleştirilmesine) dayalı nükleer santrallerin geliştirilmesi bir olasılık, ama bunun için de en az 100 yıllık bir zamana ihtiyaç var. İstikbal, güneş enerjisinde. Güneşten yeryüzüne, bugün kullanılan toplam enerjinin 10 bin katı güçte enerji ulaşıyor. Güneşten sadece bir saat içinde elde edilebilecek enerji, yeryüzünde bir yıllık ihtiyacı karşılayabilecek büyüklükte.

Japonya'da güneş enerjisinin elektrik üretimindeki payı şimdi sadece % 0,1 düzeyinde, fakat 2030 yılında bu pay % 10'u bulacak. Güneş enerjisinden üretilen elektriğin maliyetinin önümüzdeki 5 yıl içinde diğer enerji kaynaklarından elde edilen elektrikle rekabet edebilecek düzeye gelmesi bekleniyor. 1994 - 2005 arasında Japonya devleti, hanelerde güneş enerjisi kaynaklı elektrik kullanılmasını özendirmek amacıyla, gerekli yatırımın yarısını sübvansiyon olarak sağlamış. Ancak son yıllarda gerekli donanımın maliyeti azaldığı için sübvansiyona gerek kalmamış ve evlerde güneş kaynaklı enerji kullanımı giderek yayılmakta.

Kyoto Protokolü'ne evsahipliği yapan Japonya, atmosfere sera gazları bırakmaktan, dolayısıyla küresel ısınmadan sorumlu olan ülkeler arasında beşinci sırada gelmekte. Küresel ısınmaya karşı alınacak önlemler konusunda Avrupa Birliği ülkeleri ile işbirliği yapıyor; gerek enerjinin verimli kullanılması, gerekse yenilenebilir enerji kaynakları alanında araştırmalara hız vermiş durumda. Yokohama kenti, 2010'da "Yenilenebilir Enerji Uluslararası Konferansı ve Fuarı"na evsahipliği yapacak.

Daha 1926 yılında kurulan "Japonya - Türkiye (Dostluk) Cemiyeti"nin sponsoru konumunda olan ve Türkiye'de temsilciliği de bulunan Itochu firmasının önemli faaliyet alanlarından biri de, yenilenebilir enerji kaynakları ve bu arada güneş enerjisi. Cemiyeti ziyaretim sırasında Itochu firması uzmanlarından "Güneş Parkları (Solar Park)" olarak anılan, güneş enerjisinden elektrik üreten santrallerin nasıl kurulduğu ve işletildiğine dair bilgi edinme fırsatı buldum. Bu santraller başta ABD, Kanada, Almanya, İspanya, Güney Kore olmak üzere çeşitli ülkelerde mevcut. Hindistan ve Çin'de kuruluyor. Itochu, güneş parklarına 1 milyar dolar yatırım yapmış. Bu yıl Norveç firması Scatec ile birlikte Çek Cumhuriyeti'nde bir güneş parkı kuracak. 2010'da da Bulgaristan'da dünyanın en büyük güneş parkını inşa edecek.

12.11.2008, ZAMAN