13 Kasım 2008 Perşembe

Şahin Alpay / Japonya çağa uyum sınavında

Japonya, Türkiye'de her zaman büyük ilgi uyandıran bir ülke oldu. Biri Asya'nın batı, ötekisi doğu ucundaki iki ülke olan Türkiye ve Japonya, modernleşmeye aşağı yukarı aynı zamanda, 19. yüzyılın ortalarında başladılar.

20. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Türkiye henüz az gelişmişlik çemberini kıramamış, buna karşılık Japonya dünyanın 2. ekonomik süperdevleti haline gelmişti. Neden? Bunda, başka etkenler yanında, Japonya'nın modernleşme hamlesiyle birlikte eğitime büyük yatırım yapmasının rolü olduğunu biliyordum.

1987 yılında ABD Eğitim Bakanlığı'nın "Eğitim Süperdevleti" olarak da bilinen Japonya'da eğitim üzerine hazırladığı bir raporu okudum. Evet Japonya bir "eğitim süperdevleti" idi, ama bu alanda neredeyse Türkiye'yi andıran sorunları da vardı. Meraklandım. O sıralar Japonya'nın İstanbul başkonsolosu olan (ve uzun yıllar Stockholm'de görev yapmış olduğu için aramızda İsveççe konuştuğumuz) Tatsuo Takeda'ya bundan söz ettiğimde Dışişleri Bakanlığı tarafından Japonya'ya davet edilmemi sağladı. Takeda San ("San" Japoncada "Bey" anlamında kullanılan bir saygı ifadesi), ülkesine döndükten sonra emekli oldu ve "Hilal Bayraklı Ülke Türkiye" başlıklı bir kitap yazdı. Gerçek bir centilmen olan ve birkaç yıl önce vefat eden Takeda San'ı bu vesileyle saygıyla anıyorum.

Japonya'nın eğitim alanında üç önemli reform dönemi var: Birincisi, 19. yüzyılın ortalarında modernleşme hareketini başlatan "Meici reformları" dönemine rastlar. İkincisi, 2. Dünya Savaşı sonrasında ülkenin militarizmden arındırılması çabalarını kapsar. Üçüncüsü ise 1980'lerde başlayan ve ülkeyi 21. yüzyıla, bilgi toplumuna, dilerseniz post-modern çağa hazırlamayı amaçlayan reform çabalarıdır. Japon Dışişleri Bakanlığı'nın davetiyle Ekim 1987'de gittiğim Tokyo'da yaklaşık on gün kaldım ve yeni başlatılan reform hareketini araştırdım. Dönüşte kaleme aldığım "Eğitimde Japon Mucizesi" başlıklı dizi, o sıra çalışmakta olduğum Cumhuriyet gazetesinde, 1-4 Mayıs 1988 günleri yayımlandı.

Japonya'ya olan ilgim devam etti. 1990'larda Japon ekonomisinin içine girdiği durgunluk dönemini, 1955'ten beri iktidarda olan Liberal Demokratik Parti'nin (LDP) 1993'ten sonra Japon siyasetindeki hakim konumunu giderek yitirmesini, 2001-2006 arasında Başbakan Junichiro Koizumi'nin reformlarını izlemeye çalıştım. Yirmibir yıl sonra bu yıl yeniden, bu defa Japonya Vakfı tarafından davet edildim. Ekim başında bir hafta boyunca üst düzey uzmanlarla yaptığım derinlemesine mülakatlar aracılığıyla ekonomi, siyaset, medya, eğitim, deprem ve enerji politikaları dahil günümüz Japonyası'nın ilginç yönleri üzerine bilgi topladım.

Edindiğim bilgileri ve izlenimlerimi bu yazı dizisiyle Zaman okurlarının dikkatine getiriyorum. Temel izlenimim, Japonya'nın sanayi toplumundan bilgi toplumuna, kitle toplumundan bireyler toplumuna, tek tip toplumdan farklılıkların saygı gördüğü topluma, tekkültürlülükten çok kültürlülüğe, içe kapalı bir toplumdan dışa açılan, küreselleşen bir topluma, kısaca modern toplumdan post-modern topluma geçişin sancılarını yaşıyor.

Yirmibir yıl sonra Japonya'yı yeniden keşfetmemi mümkün kılan davet nedeniyle Japonya Vakfı'na ve ziyaretimin başarılı geçmesi için çaba harcayan bütün yetkililere candan teşekkür ediyorum.

JAPONYA ÇAĞA UYUM SINAVINDA

"Japonlar yabancıları sevmez!.. Burası etnik bakımdan homojen ve fazlasıyla içe dönük bir ülke!.." 24 Eylül 2008 günü açıklanan Taro Aso başkanlığındaki yeni Japon hükümetinde Ulaştırma ve Turizm Bakanlığı'na atanan Nariaki Nakayama'nın görevdeki ilk gününde sarf ettiği bu sözler, Japonya'yı karıştırdı. Nakayama, aynı demecinde, arazilerinden bir türlü vazgeçmek istemeyen bazı Japonların "bencilliği" yüzünden Tokyo-Narita havaalanının genişletilmesinin mümkün olamadığından da yakınmış; "Bu bakımdan Çin'i kıskanıyorum..." demişti.

Maruz kaldığı ağır eleştiriler karşısında, "maksadını aşan" sözlerini geri aldığını ama istifa etmeyeceğini söylediyse de, anamuhalefet Japonya Demokrat Partisi (JDP) sözcüleri, Nakayama'nın sorumluluktan kurtulamayacağını ileri sürdüler ve istifasını istediler. Geçen yıl, Japon işgal ordusunun 1937'de binlerce Çinliyi öldürdüğü Nanking katliamının "uydurma" olduğunu ileri sürerek Beycing yönetiminin gazabına uğrayan, gaflarıyla ünlü Nakayama, 28 Eylül günü istifa etmek zorunda kaldı ve Aso hükümeti işbaşı yapmasının henüz dördüncü gününde ağır bir darbe yedi. (Japan Times, 27 ve 29 Eylül)

Nakayama vakası, günümüz Japonya toplumunun karşı karşıya olduğu sorunları yansıtması bakımından hayli anlamlı. Bir yönüyle uluslararası şirketleri ve ürünleriyle bütün dünyaya yayılan Japonya'nın toplum olarak hayli içe dönük kalmasından duyulan sıkıntıyı ifade ediyor. Başka bir yönüyle, ülkeyi 1955-1993 arasında yaklaşık 40 yıl tek başına, 1994'ten beri de koalisyon hükümetleriyle yöneten, Japonya'nın "efsanevi" merkez partisi Liberal Demokrat Parti (LDP) iktidarlarının giderek ne denli kırılgan bir hal almış olduğuna da işaret ediyor.

Başbakan Yosuo Fukuda'nın ani istifası üzerine kurulan Aso hükümeti, 1993'ten bugüne işbaşına gelen onuncu Japon hükümeti. Son 15 yılda hiçbir hükümetin ömrü 2 yıldan uzun olmadı. Aso hükümeti, önceki iki hükümet gibi, LDP ile Komeito Partisi (KP) arasında koalisyona dayanıyor. KP, "Soka Gakkai" adını alan bir Budist örgütü üyeleri tarafından kurulan ve Budist din adamları tarafından desteklenen bir parti. (Anlayacağınız, Japonya'da din temelli partiler Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıyor.) LDP-KP koalisyonu, iki meclisli Japon parlamentosu Diet'in yalnızca Millet Meclisi'nde çoğunluğa sahip; Senato'ya ise Ichiro Ozawa'nın liderliğini yaptığı anamuhalefet partisi Japonya Demokrasi Partisi (JDP) hakim. Ozawa'nın Japon siyasetinde önemli bir yeri var. Güçlü isimler etrafında toplanan hizipler konfederasyonu niteliğindeki LDP'nin 1993 yılında bir yolsuzluk olayı üzerine parçalanması üzerine partiden ayrılan Ozawa, sekiz partiden oluşan ve ancak bir yıl iktidarda kalabilen bir koalisyon hükümetinin kurulmasına önayak oldu. 2006'dan bu yana liderliğini üstlendiği JDP'nin Temmuz 2007'de Senato seçimlerini kazanmasında önemli rol oynadı.

OZAWA: LDP "DÜŞMAN"

LDP'yi "düşman" ilan eden Ozawa, önümüzdeki aylarda yapılması beklenen erken seçimi kazanmaya kararlı. Eğer başarırsa, bu belki de ABD'de Obama'nın iktidar olması kadar büyük bir olay olacak, zira LDP'nin Japon siyaseti üzerindeki hakimiyeti son bulacak.

Eylül ayı sonunda yapılan kamuoyu yoklamaları iki büyük partinin kafa kafaya olduklarını gösteriyordu: LDP'nin oy oranı % 34,9, JDP'nin ise % 34,8 idi. (Japan Times, 27 Eylül) Gözlemciler, seçim tarihi uzadığı takdirde, JDP başta olmak üzere muhalefet partilerinin kazanma olasılığının yükseleceğini söylüyordu. Bu nedenle Aso'nun, kasımın ilk haftasında seçim kararı alacağı bekleniyordu. Ancak uluslararası piyasaları sarsan finans krizi, Japonya mali piyasalarını da etkileyince, seçim tarihi ertelendi. Bu arada 13 Ekim günü açıklanan bir yoklama, seçmenlerin % 70'inin hükümetin erken seçimi değil Japonya'yı vurmaya başlayan ekonomik kriz için önlem almasını istediğini ortaya koyuyordu. (Reuters, 13 Ekim) Zira Batı pazarlarını etkisi altına alan kriz, yüzde 80 oranında ihracata dayalı Japon ekonomisini zorluyor. Japon Yeni'nin değerini yükselmesi ve Japon mallarına olan talebin azalması sonucunda ülkenin durgunluğa sürüklenmesinden korkulmakta.

Yine de, önümüzdeki seçimlerin LDP'nin Japon politikasındaki başat konumuna son vermesi ihtimali yüksek. Japonya'nın 2001-2006 arasındaki ("efsanevi" diyebileceğimiz) başbakanı Junichiro Koizumi'nin başdanışmanlarından biri olan ve halen Mitsui Grubu'na bağlı "Uluslararası Kamu Politikaları Araştırma Merkezi"nin direktörlüğünü yapan, tanınmış iktisatçı Naoki Tanaka'yı ofisinde ziyaret ettim. Tanaka'ya göre, yaklaşan Millet Meclisi seçimi iki büyük partinin de parçalanmasına ve Japon parti sisteminde bir büyük yeniden mevzilenmeye gebe.

"JAPON BİLMECESİ" ÇÖZÜLÜYOR

Peki, nasıl oldu da LDP, 1955'ten 1993'e tek başına, 1994'ten bu yana da koalisyon halinde iktidar olmayı başardı? Bu konudaki açıklamalar çeşitli. Japon siyaseti üzerine son yılların en dikkate değer incelemelerinden biri Amerikalı siyaset bilimci Ethan Scheiner'a ait. "Japonya'da Rekabetsiz Demokrasi: Tek-partinin Hakim Olduğu Bir Devlette Muhalefetin Başarısızlığı" (Democracy Without Competition in Japan: Opposition Failure in a One - Party Dominant State, Cambridge University Press, 2006) başlıklı kitabında Scheiner, şu noktaların altını çiziyor:

Demokrasi, partiler arasında rekabete dayanır. Teorik olarak tek bir partinin sürekli iktidar olduğu türden bir demokrasinin olmaması gerekir. Demokrasilerde iktidarlar seçmenlere hesap verir; başarılı olanlar seçimleri kazanır, başarısız olanlar kaybeder. Oysa Japonya'da, seçmenlerin artan hoşnutsuzluğuna rağmen, iktidar partisi (LDP) hakim konumunu, muhalefet partileri de etkisizliklerini korumayı başardılar. İcraatının beğenilmemesine rağmen bir partinin tekrar tekrar seçim kazanabilmesi, Japon demokrasisinde iktidarların seçmene hesap vermesi sisteminin işlemediğine işaret eder.

Japonya'da muhalefet partilerinin başarısızlığını açıklamak için çeşitli etkenler ileri sürülür. 1993'e kadar uygulanan, bir seçim bölgesinde yalnız partilere değil adaylara da oy verilmesini içeren seçim sistemi; LDP iktidarının ekonomide uzun süre başarılı olması; muhalefet partilerinin seçmene güven vermeyişi ve Japonların kültürel olarak belirli bir partiyi desteklemeye eğilimli olmaları, bunların başlıcaları.

Scheiner'e göre ise bu etkenlerin hiçbiri "Japon bilmecesi"ni açıklamaya yetmez. Bilmeceyi açıklayan esas etken, Japonya'da geçerli olan patronaj sistemi ile mali merkeziyetçilik bileşimidir. İktidar partisinin belirli bölgelere sağladığı imkanlar karşılığında topladığı oylar, muhalefet partilerinin sürekli başarısız kalmalarının temel nedenidir. Muhalefet partilerinin yalnızca merkezle patronaj ilişkileri bulunmayan bölgelerde başarılı olabilmeleri de buna işaret eder.

Peki, 1992-2002 arasındaki ekonomik durgunluk dönemine (on yıl süreyle ortalama % 1 büyümeye) rağmen konumunu korumayı başaran LDP, nasıl oluyor da şimdi hakim konumu yitirmenin eşiğine gelmiş olabilir? Japonya'nın "Financial Times"ı olarak niteleyebileceğim Nikkei gazetesinin uzun yıllar başyazarlığını yapan ve halen gazeteye bağlı "Japonya Ekonomik Araştırmalar Merkezi" başkanı olan Akira Kojima ile yaptığım mülakatta, bu sorunun cevabına dair ipuçları edindim.

ZAMAN, 10 Kasım 2008