14 Kasım 2008 Cuma

Şahin Alpay / Türk-Japon ilişkilerinin geleceği

Türk-Japon lişkilerini ele almadan önce dün kaldığımız yerden devam edersek: Japonya halen nükleer enerjiden en çok yararlanan ülkelerden biri.

ABD (104) ve Fransa'dan (59) sonra en çok nükleer santrala sahip olan ülke. Tüketilen elektriğin yaklaşık % 30'unu üreten 55 nükleer santral var ve bir adet yeni santral inşa halinde. Ne var ki, 1999'dan bu yana meydana gelen bir dizi kaza ve kazaların örtbas edildiğine dair haberler sonucunda kamuoyunun nükleer enerjiye olan güveni sarsılmış durumda. 1990'da nükleer enerjiye destek % 55 düzeyinde iken, 2002 yılında % 19 düzeyine indi; halkın üçte ikisi yeni santral yapılmasına karşı tavır aldı. (Bkz. "Fatal accidents damage Japan's nuclear dream / Ölümlü kazalar Japonya'nın nükleer rüyasına zarar verdi", Observer, 22 August 2004.)

Japonya'daki nükleer santrallardan üreyen ve binlerce yıl saklanması gereken yüksek derecede radyoaktif nitelikteki tüketilmiş yakıtlar, geçici olarak Rakkasho'daki bir geçici depolama tesisinde birikiyor. Bu soruna kalıcı bir çözüm, Japonya'da da bulunabilmiş değil. Rakkasho'da tüketilmiş yakıtların tekrar kullanılabilmesi için bir yeniden işleme tesisi kurulmakta. Hizmete girmesi sürekli ertelenen tesis, yılda bin atom bombası üretmeye yetecek miktarda, yani 8 ton plutonyum üretebilecek.

Kuzey Kore'nin 2006'da nükleer bomba denemesi yapmasından sonra Japonya'nın da nükleer silahlara sahip olmasının gerekip gerekmediği sorgulanmaya başladı. O sıra Dışişleri Bakanı olan, şimdiki Başbakan Taro Aso'nun bu konuda tartışma açılması çağrısında bulunması üzerine, muhalefet partileri azledilmesini istediler. Başbakan Shinzo Abe çağrıları reddetti, hükümetinin nükleer silahlara sahip olmayı düşünmediğini, ama bu konunun tartışılmaz olmadığını da ifade etti. (Japan Times, 9 Kasım 2006)

TÜRKLER VE JAPONLAR

Asya'nın iki ucunda yer alan Türkiye ile Japonya arasında tarihî bir dostluk var. İki ülke birbirleriyle hiç savaşmadılar. Türkiye'de dünyanın birinci eğitim, ikinci ekonomik süperdevleti olarak Japonya'ya yaygın bir hayranlık olduğu muhakkak. Çeşitli kamuoyu yoklamaları Japonya'nın yabancı ülkelerin en sevilenleri arasında yer aldığını gösteriyor. Japonlar arasında da Türkiye olumlu bir imaja sahip. 2003 Japonya'da "Türkiye Yılı" ilan edildi. Bu kapsamda Tokyo'da açılan "Türkiye'de Üç Büyük Medeniyet: Hitit, Bizans, Osmanlı" sergisi büyük ilgi gördü ve yaklaşık 1 milyon ziyaretçi çekti. 2010 da Türkiye'de "Japonya Yılı" olarak kutlanacak.

Türkiye ile Japonya arasındaki ekonomik ilişkiler istenilen düzeyde olmaktan uzak. Tokyo Büyükelçimiz Sermet Atacanlı'dan aldığım bilgilere göre, ticari ilişkiler Japon firmalarının girişimleriyle yürüyor. Önde gelen Japon firmalarının 40 yıldır Türkiye'de temsilcilikleri mevcut. Buna karşılık Türk firmalarının Japonya'da temsilcilikleri bulunmuyor. TÜSİAD'ın böyle bir temsilcilik açması söz konusu.

İki ülke arasındaki ticaret hacmi potansiyelinin çok altında. Bunu en önemli nedeni özellikle Japonya'ya yapılan ihracatın düşüklüğü. Türkiye'den Japonya'ya yapılan ihracat 2003-2007 arasında 209 milyon dolardan 367 milyon dolara çıktı. Aynı dönemde Japonya'dan yapılan ithalat ise 1 milyar 389 milyon dolardan 2 milyar 752 milyon dolara yükseldi. Türkiye'ye gelen Japon yatırım sermayesi de potansiyelin çok altında. Japonya, Türkiye'de doğrudan yatırım yapan ülkeler arasında ancak sekizinci sırada geliyor. Başta gelen yatırımcı şirket Toyota'nın Japonya dışındaki en başarılı yatırımı Türkiye'de. Toyota'nın Türkiye'deki üretiminin % 90'ı AB'ye ihraç ediliyor. Toyota'nın başarısı üzerine Honda ve Isuzu da Türkiye'deki yatırımlarını genişletme kararı aldı. Otomotiv sanayiİ dışında Japon elektronik firmalarının da Türkiye'ye ilgisi artmakta. İstanbul Boğazı Raylı Tüp Geçiş Projesi, Japon Uluslararası İşbirliği Bankası kredisi ve mühendisliğiyle inşa ediliyor. Aynı banka İstanbul'da köprülerin ve viyadüklerin depreme dayanıklı hale getirilmesi projesinin finansmanına da katılıyor.

Türkiye'nin her yıl yurtdışına giden 17 milyon Japon turistten aldığı pay artıyor. 1990'ların ortalarında Türkiye'ye 100 bin dolayında Japon turist gelirken, 2007'de bu sayı 170 bine ulaştı. Bu sayı Fransa (700 bin) ve İspanya'ya (365 bin) göre az, ama Mısır (129 bin), Rusya (84 bin) ve Yunanistan'a (58 bin) göre hayli yüksek ve daha da yükselme eğiliminde. Türkiye'den Japonya'ya giden turist sayısı ise vize olmadığı halde geçen yıl 7 bini aşamadı.

Japonya'da 6-7 bin dolayında Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı yaşıyor. Bunların yaklaşık yarısı, ağır ve kötü işlerde çalışan kaçak işçilerden oluşmakta. Son yıllarda Japon üniversitelerinde okuyan Türk öğrencilerinde artış görülüyor, ancak sayısı sınırlı ve tam olarak bilinmiyor. Japonya'ya yüksek lisans yapmaya gelmiş bazı Türk öğrencilerle görüşme fırsatım oldu. Türk öğrencilerin Japonca konuşmayı öğrenmekte fazla güçlük çekmediklerini, çünkü iki dilin benzer gramere ve telaffuza sahip olduklarının altını çizdiler. Ancak Çin karakterleriyle yazmayı öğrenmenin kolay olmadığını belirttiler. Özellikle robotik, genetik, elektronik ve yazılım alanlarına ilgi duyanların Japonya'da eğitim görmekle isabet edeceklerini söylediler.

Japonya seyahatim dolayısıyla gerek bir süre Türkiye'de yaşayan Japonlarla, gerekse bir süre Japonya'da yaşayan Türklerle konuşmak fırsatını buldum. Türklerle Japonların birbirleri hakkında izlenimlerini dinledim. Bu tabii başlı başına bir makale konusu olabilir. Ama kısaca üzerinde durulmaya değer.

Japonlara göre Türkler: Türklerle Japonlar arasındaki karşılıklı sempatinin nedeni, tarihte bir düşmanlık olmayışı yanında, iki ülkenin birbirlerine duydukları artan ilgi. Her iki ülkenin medyası da birbirlerine geniş yer ayırıyor. Japon televizyonlarında yayımlanan Türkiye ile ilgili belgeseller çok popüler. Türklerin yabancılara karşı gösterdikleri yakınlık, onlarla kolay ilişki kurabilmeleri ve misafirperverlikleri çok çarpıcı. Ancak, Türkler eleştiriye tahammüllü değil. "Eleştiriden hiç hoşlanmıyor, eleştirel bir görüş dile getirirseniz sizi hemen düşman gibi görebiliyorlar... Oysa dost acı söyler..."

İki toplumun karakterleri de çok farklı. "Japonlar yüzyıllardır tarıma dayalı yerleşik bir hayat sürdüler. Bunun için uzun vadeli düşünürler ve geleceğe dair plan yaparlar. Ağaçları değil ormanı düşünürler... Türkler ise, sürekli hareket halinde olan bir halk. Bu yüzden uzun vadeli düşünme alışkanlıkları yok. Ormandan çok ağaçları görüyor, sorunlara karşı karşıya kaldıkça çözüm bulmaya çalışıyorlar..." Türkiye'yi anlamak çok güç. "Yirmi senedir İstanbul'da yaşıyorum, bir Türk'le evliyim, çocuklarım var; fakat hâlâ Türkiye'yi anlamaya çalışıyorum."

Türklere göre Japonlar: Japonlar genellikle fevkalade eğitimli, düzenli, disiplinli, dakikasına kadar planlı, terbiyeli, kibar, saygılı, çalışkan, dürüst, temiz, ciddi, sessiz, ketum, sabırlı, sadeliği seven, ayrıntıya önem veren, mükemmeliyetçi, mütevazı, sağlığa düşkün ve eleştiriye açık insanlar. Ancak çalışkanlıkları gayri insani boyutlara varıyor. İşyerlerinde kim daha çok ücretsiz fazla mesai yapacak yarışması var. Eğlenmeyi bile iş arkadaşlarıyla birlikte yapmaya zorunlu hissediyorlar. "Japonların bütün hayatı çalışmak... Onun için burada kalıp, burada çalışmaktan korkardım..."

Japonların yabancılardan hoşlanmadıkları muhakkak. "Japon olmayanları aralarına almıyorlar... Kobe depreminde Vietnamlı depremzedeye yemek vermediler..." Birey olarak değil, grup psikolojisiyle, takım gibi davranıyorlar. Onlarla iletişim kurmak kolay değil. O kadar içe kapanıklar ki, "Psikologa gideceklerine intihar etmeyi tercih ederler." Japon ailesinde kocalar kendilerini işe ve para kazanmaya, kadınlar ise evin bakımına ve çocukların eğitimine veriyor. Çocuklar babalarını hemen hiç görmüyor. Japon ailesi mutlu değil. 1990'lardaki ekonomik durgunlukla birlikte kadınlar daha az ücretle, yarım zaman işlerde daha çok çalışmaya, daha az evlenmeye başladı.

"Japonlar için din ritüelden ibaret. Şinto âdetlerine göre doğuyor, Konfiçyüs kurallarına göre yaşıyor, Budist kurallara göre ölüyorlar. Kilisede evlenme giderek popüler hal alıyor..." Yaşlılar arasında Amerikan düşmanlığı, gençler arasında Amerikan hayranlığı var. Yaşlılara göre Türkiye büyük bir ülke, gençler ise pek tanımıyor.

TÜRK VE JAPON MODERNLEŞMESİ

u diziye başlarken belirttiğim üzere Asya'nın biri batı, öteki doğu ucundaki iki ülke, Japonya ve Türkiye'nin 19. yüzyılın ortalarında başlayan modernleşme hareketlerinin karşılaştırılması, sosyal bilimcilerin her zaman ilgisini çekti. Okurlarıma şiddetle tavsiye edeceğim yeni bir kaynak, "New Perspectives on Turkey" dergisinin bu konuya ayrılan özel sayısı (No. 35, Fall 2006) ve özellikle de Prof. Dr. Binnaz Toprak'ın "Ekonomik Kalkınmaya Karşı Kültürel Dönüşüm: Japonya ve Türkiye'nin Modernleşme Projeleri" başlıklı incelemesi.

Türkiye-Japonya karşılaştırması sosyal bilimcilerin her zaman ilgisini çektiği gibi, Türkiye'de öteden beri yaygın bir iddiaya da temel teşkil etti. Bu iddiaya göre Japonya Batı'dan sadece bilim ve teknoloji aldı, ama kendi geleneklerini ve kültürünü korumayı bildi. Böylelikle kimliğini yitirmeden modernleşmeyi başardı. Buna karşılık Türkiye'de modernleşme, Batılılaşma ile özdeş görüldü, Batı taklitçiliğine dönüşerek ülkenin geleneklerini ve kimliğini yitirmesine yol açtı.

Bu iddia gerçeği yansıtmaktan uzak. Gerek Japonya, gerekse Türkiye, Batı'dan çok etkilenmiş olan iki ülke. Hatta kültürel olarak Japonya'nın Batı'dan daha da büyük ölçüde etkilendiğini söylemek mümkün. Belki önemli bir fark, Türkiye'nin esas olarak Batı Avrupa'dan, Japonya'nın ise esas olarak ABD'den etkilenmiş oluşu. Dinsel inançlarını ve geleneklerini yaşatma açısından bugün Japonya ile Türkiye arasında ciddi bir farklılık olduğu söylenemez. İki ülkeyi karşılaştırılırken dikkate alınması gereken en önemli etkenlerden biri, ilki ne denli homojen (mütecanis, türdeş) ise ikincisinin de o denli heterojen oluşu.

SANAYİLEŞME YA DA KÜLTÜREL DÖNÜŞÜM

Denebilir ki Japon ve Osmanlı-Türk modernleşmelerinin temelinde yatan farklılık, birincisinin modernleşmeyi esas olarak sanayileşme olarak, ikincisinin ise modernleşmeyi esas olarak bir kültürel dönüşüm projesi olarak ele alması. 19. yüzyılın ortalarındaki Meici reformları döneminde Japon devlet elitleri gelişip güçlenmesine önayak oldukları işadamları sınıfıyla elele vererek, büyük bir sanayileşme hamlesi başlattılar. Eğitim seferberliği ile toplumun giderek daha geniş kesimlerini kalkınma hamlesine kattılar ve toplumun kültürel bütünleşmesini sağladılar. Sanayileşme hamlesinde dinden ve geleneklerden yararlanmayı ihmal etmediler. Netice itibarıyla Japon modernleşmesi çok büyük ölçüde başarılı oldu.

Türkiye'de ise Osmanlı döneminde büyük ölçüde gayrimüslimlerden oluşan, tehcir ve mübadele ile yitirilen işadamları sınıfının yeri kısa sürede doldurulamadı ve bir ölçüde bu yüzden modernleşmenin sanayileşme hamlesine dönüşmesi uzun zaman aldı. Üstelik Türk modernleşmesi, din ve gelenekleri modernleşmenin yardımcısı değil, hasmı olarak gördü. Bu yüzden dinin ve geleneklerin kalkınma hamlesinde rol oynamaya başlaması ancak 1980'lerden sonra söz konusu oldu.

Bugün gelinen noktada Japonya, dünyanın ikinci ekonomik süperdevleti. Kişi başına düşen gelir 40 bin dolar dolayında. Yoksulluk ve bölgeler arası gelişmişlik farkları sorun olmaktan çoktan çıkmış durumda. Ülkeye kültürel bütünlük hakim. Japonya bugün modern toplumdan postmodern topluma, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişin doğurduğu sorunlarla meşgul. Türkiye ise azgelişmişlik çemberini yeni yeni kırıyor. Kişi başına düşen gelir 10 bin dolar dolayında; yoksulluk ve bölgeler arası gelişmişlik farkları giderilebilmiş değil. Ekonomik ve siyasal modernleşmesini tamamlayamayan, dolayısıyla kültürel bütünleşmeyi de sağlayamayan Türkiye, bugün etnik ve dinsel temelli farklılıklarıyla yüzleşmenin ve bunlarla başa çıkmanın sıkıntılarını yaşıyor.

Eğer Türkiye ile Japonya karşılaştırılmasından çıkarılacak tek bir sonuç varsa, kültürel dönüşüme öncelik veren Türk modernleşmesinin, sanayileşmeye ve ekonomik kalkınmaya öncelik veren Japon modernleşmesine nazaran geride kalması.

13.11.2008, ZAMAN